KUŞ VE BALIK YAVRULARI...
Şimdilerde çocuklar, annelerinin, babalarının, yakınlarının gelirken ellerini taktıkları cins cins, renk renk oyuncaklarla oynuyor. Hatta bu oyuncakları bir yana koyup, oyuncak olmadıkları halde akıllı telefon, tablet gibi teknolojik aletlerle zaman geçiriyor.
Büyük kentlere gelince, o ana kadar yaşadığımız hayatın en küçük bir parçasını, benzerini bile bulamıyabilirsiniz. Herşey o kadar birbirinin tersi ki inanılması zor geliyor.
Hep, bizim çocukluğumuzda yaşadığımız yaşam mı daha doğru, yoksa kentli bir çocuğun yaşadığı çocukluk mu daha doğru diye düşünmüşümdür.
Her seferinde, bizim, o küçücük kentte yaşadığımız yaşamın, çocuk kişiliği oluşurken ve gelişirken daha doğru bir yaşam olduğuna karar veriyorum. Bu noktada biraz taraf tutuyor olabilirim.
Büyük kente geldiğimde, yeni bir dünyanın bizimki kadar sade ve saf olmadığını anlamıştım.
Ne denli çok şeyi bilmediğimizi, kaçırdığımızı, farkedemediğimizi ve öğrenememiş olduğumuzu da farketmiştim.
Ama, bir süre sonra bakıyoruz ki kaçırdığımız herşeyi öğrenmişiz,içselleştirmişiz. İşte o zaman anlıyoruz ki o küçücük kentte ve diğer farklı mekanlarda yaşarken hayattan öğrendiklerimizi, sonradan öğrenmeye çalışarak öğrenemeyiz.
Demek ki, temel yapımızı oluşturan o süreçin farketmeden bizi getirdiği nokta, çok önemli ve değerli bir noktaydı.
Sonradan öğrendiklerimizin, sağlam bir biçimde oluşmuş alt yapının üstüne cuk diye oturduğunu görebiliyoruz.
Bu nedenle de düşündüğümde, orada geçen çocukluğumun çok doğru, keyifli, ve eğitici olduğunu düşünüyorum.
Hayvanlarla arkadaşlık ederdik mesela. Arkadaşlık ne kelime dost olurduk.
Bizi gördüğünde sevinerek ve seğirterek yanımıza gelen dananın, ineğin, öküzün, köpeğin bizde yarattığı olumlu duygular, terapi, az şey mi?
Gene Ekşinar deresinin kenarındaki bir piknik sırasında bulduğumuz, bir kanadı her nedense zarar görmüş sığırcıka benziyen bir kuşu eve getirip bakmıştık. Uçamıyordu. Ona küçük bir kafes bulduk. Kafes onun evi olmuştu.
Bize iyice alışmıştı. Bazen kafesin kapısını açıyorduk. Çıkıp ortalıkta dolaşıyordu. Yanımıza geliyordu.
Bir gün kafesi, Evin giriş kapısının önüne koymuştuk. Hava alsın, güneş görsün diye. Bir süre sonra geldiğimizde kafesin kapısının açık olduğunu , kuşun da ortalarda olmadığını gördük. Etrafta tüyler uçuşuyordu. Bir kedi, nasılsa kafesin kapısını açmış ve kuşu yemişti.
Ev halkı olarak yasa girmiştik.
Bir ara balık üretimine soyunmuştum mesela.
Değirmenin bendine su taşıyan arkın yer yer sakin akan ve genişliyen yerlerinde, balık yavruları olduğunu keşfetmiştim.
Üç dört tanesini küçük bir kavanoza koyup eve getirdim. Büyükçe bir kavanozun içine su doldurup altına kum yerleştirdim ve balıkları oraya bıraktım.
Keyifle yüzüyorlardı. Zaman zaman ekmek atarak besliyordum.
İki gün sonra hepsinin öldüğünü görünce çok üzüldüm. Demek ki iyi besliyememiştim. Değirmenin bendinden dört, beş balık yavrusu daha getirip kavanoza yerleştirdim.
Bu kez daha çok ekmek vermeyi denedim ama iki gün sonra onlar da ölmüştü.
Hem çok üzülmüş, hem de bu durumun nedenini bir türlü anlıyamamıştım.
Çok yıllar sonra öğrendim ki balıklar sudaki oksijenin bitmesi nedeniyle ölüyorlardı.
Daha sonraki yıllarda Akvaryumlarda, suya oksijen pompalıyan aleti gördükçe, ölümüne neden olduğum zavallı balık yavruları aklıma gelmiştir hep.
Ama, ne de olsa denemiştim.
Noyanunsal-DEVREK-Ekim,2018
Etiket : BALIK, YAVRULARI ,