Çiçek Cenneti Karagözoğlu Yaylası
Bilbilan Yaylası'nın batı kenarını teşkil eden yüksek sırtlardan başlayarak Karagözoğlu ormanlarına kadar inen büyük yamaçlara "Karagözoğlu" adı verilmiştir. Kutul'dan itibaren Yalnızçam Geçidi'ne kadar devam eden ve Karagözoğlu'nu savatlı gümüş bir kemer gibi yarı belden kuşatan yaklaşık dört-beş kilometrelik yolun adı da "İnceharhan"dır.
İlk defa Sultan Abdülaziz Han tarafından yaptırılan (190) kilometrelik Batum-Ardahan yolunun küçük bir bölümüdür. Bilbilan sırtlarından aşağılara doğru bakınca önünüzde yemyeşil Ardanuç vadisi ile bu vadide yer alan büyük Karanlık Meşe ve Karagözoğlu Ormanlarını, daha aşağıdalarda Ardanuç'un güzel köylerini, bağ, bahçe ve tarlalarını, karşılarda da Üçsu, Düdümet ve Vashet Ormanlarını görürsünüz. Karagözoğlu yamaçlarının alt etekleri, boyları 25- 30 metreye varan Sarıçam ve Köknar'lardan oluşan Karagözoğlu Ormanları ile kaplıdır. Bilbilan Yaylasına ilk çıkmaya başladığımız 1930'lu yıllardan itibaren Ardanuç Orman İdaresi Bilbilan'daki yayla evlerinin yakacak odun ihtiyacını Karagözoğlu Ormanlarından vermekteydi. Yaylaya çıkıldığında ilk gün köylü hep birlikte balta ve el hızarları ile ormana gider, odunlar hazırlanır, hatta bu iş için bir akşam ormanda kalmak gerekirdi. Hazırlanın odunlar önce öküzlerle çok yokuş olan çayırlara yukarı taşınarak İnceharhan yolunun kenarlarına yığınak yapılır, sonra ikinci hamlede de Bilbilan düzlüklerinden geçirilerek yayla evlerine getirilirdi ve bu iş ikibuçuk üç gün sürerdi. Bu konudaki daha geniş bilgi "Bilbilan'a çıkış" başlıklı bölümdedir.
Ormanların üst kenarından itibaren büyük miktarlarda ot biçilen "Karagözoğlu Çayırlan" başlar. Mayıs ayının sonlarına doğru her tarafta ama özellikle çayırlarda yeşillikler kabarmaya başlar, haziran da her yer yeşilliklerle ve çiçeklerle donanır, temmuzda da otların yüksekliği diz boyunu aşar, mükemmelin zirvesine ulaşırdı. Ağustos ayının girişi ile çayırlar biçilir, itina ile kurutulan ollar kaldırılarak büyük (Pulul)lar halinde yığılırdı. Yöre hayvancılığında bu çayırların rolü çok büyüktü. Büyük yamaçların en alt eteklerinden başlayarak en yüksek sırtlara varıncaya kadar her yer ve her köşe zengin bir bitki çeşitliliğine sahiptir. Bu çeşitlilik arasında yeralan ve yalnız bu bölgede bulunan çok enteresan bitki çeşitlerine de rastlanmaktadır. Bunlarla beslenen hayvanların et, süt, tereyağı ve peynirlerinin lezzet ve nefasetini başka hiçbir yerdeki emsalleri ile kıyaslamak mümkün değildi. Bu husus batı aleminin de dikkatini çekmiş, zaman zaman buralardan gelen ilim adamları bu bölgeye ait bitkiler üzerinde araştırmalar yapmışlardı. Nitekim benim İlköğretim Müdürü olduğum 1946 yılında karı-koca iki Amerikalı Nebatat profesörü Ardanuç'a, o zamanki İlçe Merkezi Tütünlü'ye gelerek bizimle temasa geçmiş Karanlık Meşe, Karagözoğlu, Kutul ve Bilbilan hakkında gerekli bilgiler derlenmiş, konaklama ve yemek işleri organize edilmiş, bu hazırlıkları müteakip bu karı koca kendilerine ait küçük bir araba ile merkez Kutul olmak üzere mahalline gitmişlerdi. Bu iki profesör inceleme ve gezilerinden çok memnun olarak bir hafta sonra dönmüşler hatta Amerika'dan yazdıkları bir mektuplada bu memnuniyetlerini yeniden teyid eylemişler ve Tütünlü'ye ve de Kutul'a ait mahalli yemeklerin nefaset ve güzelliğinden de uzun uzun bahsetmeyi ihmal etmemişlerdi. Hatta daha önceki yıllarda böcekler ve mantarlar üzerinde incelemelerde bulunmak üzere Almanya'dan gelen ilim adamlarının bu bölgede tetkiklerde bulunmuş oldukları da bilinmektedir. Çayırlardan sonra yer yer diklik derecesi artan yamaçlar Bilbilan sırtlarında son bulur. Bu yamaçlarda adeta yerden fışkırır gibi çıkan pek çok pınar, dişleri sızlatacak kadar soğuk, bardakta fark edilemeyecek kadar berrak ve temizdir. Sanki yüce tanrı Yalnızçam Dağları'nın Kürdevan- Kutul-Bilbilan üçgeninin derinliklerine hiç bitmeyen bir su haznesi yerleştirmiş gibidir.
Nitekim 1950'li yıllarda kış mevsiminin devamı süresince altı aydan daha uzun bir süre kapalı kalan Hopa-Ardahan yolunun 2650 rakımlı Yalnızçam Geçidi'nin altından bir tünelle geçilmesi gündeme gelmiş ama yapılan incelemeler sonunda Yalnızçam Dağlarının özellikle bu bölümünde Bilbilan'a tekabül eden kısmının altında çok güçlü su kaynaklarının tespit edildiği, bundan ötürü de buradan bir tünelin geçirilmesinin mümkün olmadığı tespit edilmiş ve böylece de tünel sevdasından vazgeçilmişti. Bunun üzerine Berta Köprüsü-Ardahan yolunun Ardanuç-Yalnızçam-Ardahan bölümünden vazgeçilmiş, bunun yerine Berta Köprüsü-Şavşat-Sahara Dağı-Ardahan yolu devreye girmiş ve uygulama da bu şekilde tecelli etmişti. Bunun sonucu olarak da yolun ilk hizmete girdiği tarihten, yaklaşık bir asra yakın bir süreden beri Hopa-Ardahan yol güzergahı üzerinde olan Ardanuç bir anda devre dışı kalmıştı. Bunda elbetteki politikanında rolü büyüktü. Karagözoğlu her yeri ve her yönü ile gerçek bir bitki, çiçek ve de bir su cennetidir. Bilhassa yolun üst kısmı ta sırt çizgisine varıncaya kadar hemen hemen her yerde çıkan güçlü kaynak suları kimi yerde normal mecralarından, kimi yerlerde de kayalıklı yamaçlardan basamak basamak inerek akmakta, birçok yerde de küçük küçük çağlayanlar meydana getirmektedirler. Bu suların bir kısmı köprülerin altındaki menfezlerden geçmekte, menfez bulamayanlarda yolun üstünden kaçamak yaparak yollarına devam etmektedirler. Bu sulardan canınızın çektiği yerde avuçlarınızla istediğiniz kadar içebilirsiniz ama pek tabii ki ellerinizin üşümesine, soğuktan sızım sızım sızlamasına tahammül etmek pahasına. Sular beyaz köpükleriyle aşağılara doğru indikçe etraftan aldıkları incecik damarcıklarla büyüye büyüye önce çayırlardan, sonra Karagözoğlu ormanlarından geçerek küçük derecikler oluşturur, en son olarak da büyük vadide Ardanuç suyunun menşeini teşkil eden Bulanık Deresi'ne kavuşurlar.
Karagözoğlu'nu, Bilbilan'ı daha doğrusu Yalnızçam Dağları'nı boydan boya kateden bu en yüksek sırt çizgisi bölge sularını bir daha bir araya gelmemek üzere ikiye ayıran bir kader çizgisi gibidir. Bu çizginin hemencecik kuzey yamaçlarından doğan tertemiz kaynak suları Çoruh Nehri vasıtasıyla Karadeniz'in koyu mavilikleri ile kucaklaşırken, sözkonusu çizginin güney ve Bilbilan düzlüklerinden fıkır fıkır kaynayarak doğan billur gibi ap-ak, tertemiz sular Kura nehri ile Hazar Denizinin kapkara petrol batağına karışırlar.
Evet bu bir "Kara Kader" değil de nedir?
İnceharhan ve çevresi aynı zamanda bir çiçek cennetidir de.
Bu yamaçlar dünyasının karış karış her köşesi, kaya yarıklarına, uçurum kenarlarına, pınarının içine, akan su yatağına varıncaya kadar her yeri rengarenk bir çiçek bahçesi gibidir. Karagözoğlu'nun bu çok enteresan yamaçları altı aydan daha fazla devam eden çok ağır kış şartlarını yaşamış olmasına ve sırtında bir metreden daha fazla bir kar yükü taşımış bulunmasına rağmen bütün bunlar bu güzel toprakların çiçeklerin anavatanı olmasını önleyememiştir. Karagözoğlu gerçekten çiçekler için sımsıcak bir yurt, her zaman için bir efsane diyarı olma özelliğini daima muhafaza etmiştir. Onlar kendilerine özgü tavırları, değişik pozisyonları ile sizleri selamlar, alkış tutar, hoş geldiniz derler. Ayrılırken de kendilerini unutmayasınız diye gönlünüze akar, vazolarınızı doldurur, yeminler içirir, hadi güle güle derler. Ve siz artık onları gerçekten hiç unutamaz olursunuz. Onlar kendilerine vatan edindikleri bu diyarda doğar, orada açar, çok renkli bir ömrün ardından yeniden doğmak, tekrar dönmek üzere sihirli bir yolculuğa çıkar, meçhul alemlere göç ederler. Onlar artık Karagözoğlu'nun çok ötelerinde, renkli gök kubbelerinin altında binbir renkten inşa olunmuş, kordonlarla süslü, efsaneler yuvası saraylarında mutluluklarını yaşarken siz bu alemi hayal etmede zorlanır, bu manevi alemin varoluş şaşkınlığını yaşarsınız. Ve bu alemin buncacık hazzı bile sizin mütelezziz olmanıza yeter de artar bile. Onlar bu ihtişamlı dünyalarında renklerden yarattıkları gizli lisanları ile konuşur, aşk ve muhabbetlerini efsunkar bakışlarıyla fısıldaşır hayatlarını sonsuzluğa kadar devam ettirirler.
Çiçekte şekil, çiçekte tavır ve hele hele çiçekte renk ve koku kadar tefsire muhtaç ne varki bu alemde. Aynı iklimde, aynı toprakta, aynı su ve aynı şartlar içinde yetişen çiçeklerin ayrı ayrı şekil, renk ve kokuda oluşlarının izahını bulmak gerçekten mümkün değil. Bunu ancak ve ancak Yüce Tanrı'nın mucize formülü ile çözebilirsiniz. Çiçekte renk ve çiçekte koku neyi ifade ediyor, neyi anlatıyor, neyin mesajını veriyor sorusu yerine neyi anlatmıyor, neyin mesajını vermiyor ki diye düşünmek çok daha isabetli olmaz mı? Çiçek her zaman için sevinç, neş'e, huzur ve mutluluğun simgesi olmuştur.
Çiçek;
Doğumlarda dilek
Sevgililere heyecan
Nikahlara altın perçin
Yeni evlilere mutluluk
Eskilere vefa
Hastalara şifa
Dostluklara sadakat
Küslere barış
Ebedi yolculuklara en son dost.
Mesajları veren sihirli bir şifre değil de nedir?
Bütün bunları siz hep Karagözoğlu'nda Kutul'da Bilbilanda görür, düşünür, hayal eder, dolu dolu yaşarsınız
Kaynak: Osman ÜNSAL : Artvin ve Çevresinde Yaylacılık ve Pancarcı Şenlikleri Kitabı.
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve / veya temsilcilerine aittir. Kopyalanması ve izinsiz yayınlanması yasaktır
Etiket : Çiçek, Cenneti, Karagözoğlu, Yaylası,