ÜNSAL AİLESİ'NİN KALEARDI HATIRATI
Hiçbirimiz unutamıyoruz, 1954 yazı idi. Türkan dört yaşını doldurmak üzereydi. Ardanuç'ta Adakale'de oturuyorduk. İzin süresi dışında ayrılmamız, hiçbir yere gitmemiz mümkün değildi. Türkan bir ara anneannesi ile birlikte Kaleardı'ndaydı. Fırsat buldukça Noyan ile Bahadırda Tütünlü'ye ve oradan da Kaleardı'na gitmeye can atarlardı.
O yıllarda kayınvalidemgilin dört-beş inekleri, bir mandaları, bunların danaları ve bir de gedekleri (malak) vardı. Ayrıca değişik yaşlarda düve ve tosun olmak üzere on civarında da yoz hayvanları mevcuttu. Rahmetli kayınvalidem yayla süresince Kaleardı'nda olur, Fehmi veya Hayri ikisinden biri de onunla birlikte bulunurdu. Evden arzu eden Kaleardı'na gider, orada birkaç gün kalır, yapılması zaruri işlerden ötürü istemiye istemiye köye dönerdi.
Herkesin kafasında Kaleardı'na gitmek arzusu yatardı. İnsanımız hayvan-mezra dağ ve yayla hayatını çok sever hatta aşırı derecede düşkün olduğu için çıkacak ilk fırsatta bu arzu hemen gerçekleştirilirdi. Bu ortama alışık hatta aşık olan insanımız için kısa süreli ayrılıklar bile yayla hasreti yaratırdı.
Hele yıllar yılı süren ayrılıklar! O yaz Türkan'da anneannesi tarafından bu maksatla Kaleardı'na götürülmüştü. Türkan orada çevreyi, hayvanları, bilhassa danaları pek sevmiş, buranın bol süt, yoğurt ve kaymağı ile keyfince beslenmiş, eve kırmızı kırmızı yanaklarla dönmüştü.
Kaleardı masmavi gökyüzü, pırıl pırıl güneşi, tertemiz havası, birbirinden güzel manzaraları ve eşsiz doğasıyla en ince nüanslarına varıncaya kadar gözler önüne güzel bir yaz sergilemekteydi.
Her yer, her köşe binbir rengi, burnunuza kadar ulaşan latif kokuları ve daha nice güzellikleriyle insanı cezbeden sihirli bir cezbeye sahipti. Kırları süsleyen çiçekleri, insanı sarhoş eden nane ve kekik kokuları, çam ve köknar ağaçlarından meydana gelen güzel ormanları, içilmesine doyulmayan buz gibi suları ile Kaleardı gerçekten cennetten bir köşe gibiydi. Kaleardı'nın göklerinde ormandan yükselen yeşilin havaya akseden rengini görür gibi olurdunuz. Evet! Burada ikindi saatleri sonrasında gerçekten yeşilin havaya yükseldiğini hissederdiniz. Bu güzel ve eşsiz tabiat sahnesinde Türkan hiç bir engelle karşılaşmadan içinden geldiği gibi koşmakta, oynamakta, melekler misali göklere uçmakta ve keli-menin en geniş manası ile çocukluğunun tadını çıkarmaktaydı.
Ya büyükler! Evet bu harika tabiat köşesi onları da baştan çıkarmakta, onları da biraz çocuklaştırmaktaydı. Kaleardı'ndan, Tüntiya'ya yakın en yüksek kayalıklı tepeden bakınca önünüzdeki vadiye yayılan Tütünlü'nün mahallelerini, tek tek-evlerini, bağ, bahçe, bostanlarını, köyün kenarından aşağılara doğru uzanan Sazela sırtlarının yemyeşil ormanlarını, kıvrıla kıvrıla köyün ortasından geçen tarihi Hopa- Ardahan yolunu gayet net bir şekilde görür hatta meyve ağaçlarını bile teşhis edebilirdiniz. Köy evlerinin bacalarından yükselen ince dumanları izler, bir an için kendinizi o evlerin içinde hayal ederdiniz. Mezrada, yaylada ve dağda iken köyün güzel meyvelerini unutmanız asla mümkün olmaz. Onlar her an için aklınızın baş köşesindedirler. Günlerce bu duygularla dolup taşarsınız da nihayet bir gün bakarsınız ki ev halkından birinin dut, kiraz, erik, armut, üzüm gibi birbirinden güzel meyvelerle dolu sepetlerle çıkagelişleri ile bu hayalleriniz bir anda hakikat oluvermiş. Buna karşılık elbette ki köydekilerin de çok sevdik-leri, uğrunda pek çok fedakarlıklara katlandıkları yaylacılıktan ve yayla evlerinden, şaşortlarımızdan umdukları, bekledikleri şeyler olacaktı. Yayladan gelen birisinin elinde bir kapaklı kaymak, bir sitil yoğurtla eve dönüşü evde bir canlılığın doğmasına, neşeli bir havanın esmesine vesile olurdu. Yaylacılığın zahmet ve külfetle dolu olan yönlerini, bu ve buna benzer birçok nimetleri fazlası ile öder hatta kısa bir süre için unutturur bile. Yaylada iken köyün meyvesine, dutuna, kirazına, eriğine, üzümüne duyulan özlemin, köyde iken de yaylanın süt, yoğurt, kaymak, kuymak ve gevreğine duyulan arzunun bıraktığı derin izler unutulmayan tatlı birer anı olarak hatıralarda bir ömür boyu sürer gider.
Tüntiya'nın sırtlarından görülen manzara yalnız Tütünlü ve civarından ibaret değildi. Hemen ön planda yer alan Naldöken, Boyalı ve Harmanlı köyleri, Ardanuç suyunun ötesinde kalan ve Düdümet Ormanının koynuna gömülen Tepedüzü, üzüm bağlarının içine yerleşen Ekşinar, geniş düzlük-lere yayılan Ovacık ve Bereket köyleri ve daha başkaları ile Ardanuç suyunun daracık vadisine bağdaş kuran tarihi Ardanuç Kalesini (Gevhernik kalesi) ve ilçe merkezi Adakale ve Meydanlar'ı unutmak asla mümkün değil! Muhteşem Üçsu, Düdümet ve Vashet ormanlarını, Dalahet gibi rakımı üçbinlere yaklaşan yörenin en yüksek dağ ve yaylalarını nadide bir tablo ihtişamı içinde hayranlıkla seyreder, bu cennet vatan köşesinin hem sahibi ve hem de sakini bulunmanın haklı gurur ve mutluluğunu yaşarsınız.
Türkan geceleri anneannesiyle yatar, sabahleyin kalkınca akşama kadar yanından ayrılmaz, hatta onun baş yardımcılığını kimseye kaptırmazdı. Elinden bir şey gelirmiş gibi her işe karışır anneanne ne yaparsa o da aynı şeyleri yapmaya kalkar; O nereye giderse onunla birlikte gider, kendine ait kelime ve cümleciklerle durmadan vıdı vıdı konuşurdu. Bazen koşar, arada bir düşer, canı yanar, ağlar ama her şeye rağmen o gene de hayatından memnun görünür ve çok kereler annesini bile hatırına getirmezdi. Etrafta birlikte geziyorlar, kırlara, çayırlara çıkıyorlardı. O durmadan çiçek topluyor, küçük demetler yapıyor, anneannesine vermeyi de ihmal etmiyordu. Pınara birlikte gidiyorlar, çam oluktan akan sudan kaplarını dolduruyorlar, o hiç tereddüt etmeden suyun altına dalıyor, üstünü-başını ıslatıyor, çamurlara batıyor, ama bütün bunlara onun aldırış ettiği dahi olmuyor, anneannenin ikazları onu zerre kadar enterese etmiyordu. Sıcağın bastırdığı öğle saatlerinde hava oldukça sıkıcı oluyor, gün boyu esen rüzgar bu sıkıntıyı biraz olsun azaltabiliyordu. Ormanın çam, eğrelti ve yosun kokan koyu gölgelikleri sıcaktan bunalanlar için en mükemmel dinlenme yerleri idi.
Türkan sabahtan akşama kadar önüne çıkan her şeyle cebelleşiyor, ama vaktinin en çoğunu danalarla oynamakla geçiriyordu. Onları hem çok seviyor hem de biraz korkuyordu. İlk günler, sevgi ve korku gibi iki zıt hissin tesiri altında bocalamıştı. Ama her şeye rağmen onun içinde sevgiyi korkuya hakim kılma gayreti vardı. Anneannenin teşviki ile danalara daha çok yaklaşıyor, sırtlarını kaşıyor, başlarını okşuyor, yemeleri için onlara ekmek parçaları, ot, yaprak uzatıyor, başka yiyecekler veriyor, güzel söz ve sevecen hareketlerle onlara adapte olmaya ve dolayısıyla onları kendine ısındırmaya çalışıyordu. Uygulanan bu strateji etkili oluyor, Türkan danalardan daha az korkar hale geliyordu.
Danalarda Türkan'a alışıyorlar, ona yaklaşıyor, teslimiyet gösteriyor, sürtünüyor, kokluyor, dostluklarını enteresan ve sempatik davranışlarla belirtmeye çalışıyor, yiyecek bir şeyler versin diye başlarını uzatıyor yanından ayrılmıyorlardı. Böylece Türkan ile danalar arasında gerçek bir dostluk, güzel bir diyalog kurulmuştu. Bol, taze ve güzel otlarla karınlarını doyursunlar diye anneanne ile birlikte danaları çayırlara bırakıyorlardı. Danalar çayırlarda otlarken kendi iç güdüleriyle oynuyor, zıplıyor, yerlerinde durmaz oluyorlardı. Türkan da zaman zaman yanlarına yaklaşarak onlarla ilgilenmek, sevmek istiyor, bazen de anneannenin isteği doğrultusunda onları yönlendirmeye çalışıyordu. Ama ne yazık ki bu işte Türkan'ın pek başarılı olduğu söylenemezdi. Çünkü danalar dışarıda adeta çılgınlaşıyor, "ipe-sapa gelmez" birer canavar kesiliyorlardı. Bu halleriyle onları derleyip toparlamak ve bir disiplin altına sokmak gerçekten çok zor oluyordu. Hal bu minval üzere devam ederken bir de bakıyorsunuz danalar bir şeyden ürkmüşler gibi aniden kulaklarını kuyruklarını dikerek hoplaya zıplaya ta uzaklara kadar koşuyorlar, sonra geri dönerek yine aynı hareketlerle tekrar Türkan'ın yanına geliyorlardı. Şüphesiz ki danaların bu ani ve Türkan'ca beklemeyen hareketleri Türkan'ı şaşırtıyor ve korkutuyordu. Anneannenin, bu koşuşmaların danalara mahsus bir oyun olduğu, bu oyunu sık sık tekrarladıkları, bunun korkulacak bir yanının bulunmadığı yolundaki açıklamaları ve telkinleri üzerine Türkan durumu kavramaya ve dolayısı ile de korkmamaya gayret gösteriyordu.
Yine bir gün Türkan Nafiz Beylerin yayla evinin önünden aşağı inerken danalardan biri koşarak peşine takılmıştı. Türkan bunu görünce dananın kendisine hücum ettiği zannı ile paniğe kapılarak: Anneanne dana bana hücum ediyor diye bağırıyor ve o da koşmaya başlıyordu. Durumu gören anneanne; yaylaya gir ve kapıyı kapa diyor, Türkan da öyle yapıyor, yaylaya girerek kapıyı kapatıyordu. Dana kapının önüne gelince duruyor ve etrafa bakınmaya başlıyordu.
İlkokula başladığı zaman Türkan o günlere ait hatıralarını şöyle dile getiriyordu: Çok korkmuştum. Dananın bana hücum ettiğini sanmıştım. Ondan ancak yaylaya girmek, kapıyı kapamak suretiyle kurtulmuştum. Ona içeriden, aralıklardan bakıyordum. İri iri gözleri vardı, ürkek bakışlarla etrafına bakmıyordu, herhalde beni arıyor diye düşünüyor olmalıyım o zamanlar.
Anneannem yanıma gelerek dananın benimle oyun oynamak istediğini, ondan hiçbir kötülük gelmeyeceğini izah etmiş ve bendeki korkuyu yok etmeye çalışmıştı. Nitekim biraz sonra dananın yanına gittiğimizde onun bana karşı hiçbir düşmanlığının bulunmadığını, bize dostça yaklaşışından, bir şeyler vermemiz için başını dostça uzatışından ve yanımızdan ayrılmayışından anlamıştım. Böylece Türkan dana ilişkileri yeniden rayına otur-muş oluyordu.
Anneanne inekleri sağarken Türkan yanından ayrılmıyor, sütün sağılışını, ineğin süt verişini, dananın anasını emişini büyük bir dikkatle izliyor, bunlar hakkında anneanneye ardı arası gelmez sualler soruyordu.
Bir defasında anneanne:
-Sen de süt sağmak ister misin diye sormuş, Türkan 'da sağarım diye cevap vermişti.
Anneanne Türkan'ı ineğin altına oturtmuş, ona nasıl sağacağını göstermişti.
O da öğretilen tarzda yapıyor, ineğin meme uçlarını avuçlarının içine alarak sağmaya çalışıyor ama bir türlü süt çıkaramıyordu. Çıkaramıyordu çünkü ineği sağabilmek için memeleri kavrayacak büyüklükte ellere ve onlardan süt çıkaracak kadar güçlü parmaklara ihtiyaç vardı. Türkan da ise bunların hiçbiri yoktu. İnek sağılırken Türkan yan tarafta bağlı olan dananın yaramazlıklarına, sevimli hallerine dayana mayarak onunla ilgileniyor, sırtını sıvazlıyor, seviyor, tatlı diller döküyor ve bu işi yapmaktan büyük bir mutluluk duyuyordu.
KARA İNEK
Kaleardı'nda her şey iyi, hoş ve güzel gidiyordu da Türkan manda yavrusuna (Gedek-malak) bir türlü alışamıyor, ısınamıyordu. Türkan mandaya "Kara inek" diyor ve mandanın adı onda ilelebet kara inek olarak kalıyordu. Mandalar umumiyetle biraz huysuz ve gaddar hayvanlardır. Yavrusunu koruma hissi daha kuvvetli olduğu ve yavrusuna karşı daha kıskanç davrandığı için tanımadığı kimselerin yavrularına yaklaşmasına müsaade etmezler. Hatta zaman zaman saldırdıkları bile olurdu.
Türkan bunu bildiği için olsa gerek hem mandaya hem de yavrusuna katiyen yaklaşamıyordu. Manda yavrusu da diğerleri gibi koşuyor, oynuyor, o da tıpkı danalar gibi sevilmeye, okşanmaya ihtiyaç duyduğu için insanlara yaklaşıyordu. Ama onun fizik yapısı, yürüyüşü, koşusu danalar gibi çocuklar tarafından öyle pek sevilir cinsten değildi. Hele iri ve korkutucu yapısıyla gedeğin kendisine doğru geldiğini görünce:
-Anneanne!...kara ineğin yavrusu üstüme geliyor diye bağırır, ona sığınmaya çalışırdı.
Zaman içinde kara ineğin yavrusuna ait buna benzer trajik olaylar sık sık yaşanıyor ve hikayesi uzayıp gidiyordu.
Türkan'ın Kaleardı'nda ki bir-iki haftalık bu macerası ömür boyu unutulmayacak tatlı anıların kaynağı olacağı o zamanlar için hiçbirimizin aklının ucundan geçmezdi.
Dört-beş yıl sonrasından itibaren Ankara'da, İstanbul'da hakimsiz, hükümsüz olarak apartman dairelerinde hapse mahkum olacağımızı düşünmek, düşünebilmek o günler için hiç mümkün değildi.
İnsan hayatı biraz da tesadüfler zincirinden ibaret-tir. Bu zincirin bazı halkaları yer yer ömrümüzün altın sayfalarını teşkil eder.
Türkan'ın hayatında da Kaleardı bu altın halkaların en enteresanı olarak hafızalarda ki yerini daima muhafaza edecektir.
Kaynak: Osman ÜNSAL : Artvin ve Çevresinde Yaylacılık ve Pancarcı Şenlikleri Kitabı.
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve / veya temsilcilerine aittir. Kopyalanması ve izinsiz yayınlanması yasaktır.
Etiket : ÜNSAL, Ailesinin, Kaleardı, Hatıratı,