SAĞIM VE AĞARTI İŞLERİ
Otlakiyelerden akşam dönüşü sırasında inekler bir an önce danalarına kavuşmak için istical gösterir, yayla evlerine yaklaştıkça durmadan bağırır, yaylaya gelince de bağırışlarını sürdürür, mızırdaşır ve illaki danalarına bir an evvel kavuşmak isterlerdi. Danalar da kapalı bulundukları danalık veya ahırlarda boş durmaz, analarına verdikleri hazin cevaplarla bir hayli yürek yakıcı olurlardı. Öküzler kendilerine yakışan ağır başlılıkları ile kapı-bacada, çam ve köknarların altında keyifli-keyifli yatar, geviş getirir, yediklerini sindirmeye çalışırlardı. Yoz hayvanların bir kısmı etrafta dolaşır, bir kısmı da bir kenara çekilerek yatarlardı. Yayla evinin çevresi akşam serinliğinde insan-hayvan bütünleşmesi için çok sıcak bir dünya oluşturur çok sempatik bir yuva halini alırdı. Conat'ın bu sihirli akşam saatleri insan-hayvan ilişkileri bakımından birbirlerini en iyi anladıkları, birbirlerine daha çok yaklaştıkları ve birbirlerinin en fazla tesiri altında kaldıkları saatlerdi. İnsanlar hayvanlarını daha çok bu saatlerde sever, okşar, kaşır, onun anlayacağı söz, davranış ve hareketlerde bulunurlardı. Hayvanlar da kendilerini sevenlere daha çok bu saatlerde yaklaşır, teslimiyet gösterir, kocaman vücutlarını her türlü ilgi ve okşayışa hazır pozisyonlara sokar, sevgi ve sadakatlerini, en saf ve temiz duygularını, en içten bakışlarıyla bu saatlerde ifade etmeye çalışırlardı. İnsan-hayvan yakınlaşmasının doruk noktasıydı bu saatler.
Öküzün, ineğin, düve, tosun, dana koyun, kuzu ve bütün yayla hayvanlarının kendileriyle ilgilenenlere karşı olan tutum ve davranışlarının ve masum bakışlarıyla vermeye çalıştıkları dostluk mesajlarının henüz üzerinde durulmamış çok önemli bir konu olduğu çok ciddi bir gerçektir. Çok yakın bir gelecekte bu konunun, yani hayvan psikolojisi konusunun da ele alınacağı ümidini taşımaktayım. Hayatı toprağa bağlı olan insanların tarım hayvanını sevmesi bir vecibedir, bir borçtur ve bunun da ötesinde bir kaderdir. Gerçekten hepimiz bütün hayvanlarımızı içten gelen çok büyük bir arzu ile seviyor, onlarla adeta bütünleşiyorduk. Danalar ve kuzular bu sevginin birer simgesi gibiydiler. Onların ardından düve ve tosunlar geliyordu. Düveler sığır neslinin kızları gibiydiler. Acaba ondan ötürü mü bu kadar güzel ve bu kadar çekici ve biraz da çekingen oluyorlardı. Onlar da tıpkı kızlar gibi kolay kolay kimseye yüz vermiyor, ürkeklik gösteriyorlardı. Boğa olma özentisindeki tosunlar yaramaz erkek çocuklara benziyorlardı. Onlarda erkek çocukların hayallerinde yatan "meşhur boğa" imajı vardı. Akşam sağımı için annem hazırlıklarını tamamlar, ağıla inerdi. İlk önce tercih ettiği ineklerden birini ağıla alır ve onun danasını ahırdan çıkararak anasının altına bırakırdı.
Ana ve danasının birbirlerine karşı duydukları hasret ve sevgilerini, bir araya gelişleri sırasında kendini gösteren heyecan ve mutluluk sahnelerini anlatmaya gerçekten imkan yoktu. Dana büyük bir heyecanla anasına koşar, onun sabahtan akşama kadar biriktirdiği sütü emmek için adeta saldırırdı. Ana ise büyük bir şefkatle yavrusunu yanına alır, sever,, koklar, yalar ve onu göğsünün altına almanın, sıcağı ile sarmanın engin hazzını yaşardı. Annem inekle danasının bu duygusal beraberlik-lerinden doğan elverişli atmosferden faydalanarak sağım işini çok rahatça yapar ve bu minval üzere diğer ineklerin sağım işlerini de tamamlardı. Sağılan sütler süzgeçten geçirildikten sonra eski sistem üzere, yani süt makinasının mevcut olmadığı zamanlarda sarziye üzerine konan büyük süt teknelerine doldurulur kaymak bağlaması için bir hafta on gün kadar bekletilirdi. Tekneler kaymak bağlayınca bu kaymaklar teknelerin üstünden kevgirlerle sıyrılır, büyük külek veya kazanlarda biriktirilir, cortan denilen kaymak altları da daha büyük kaplarda toplanırdı.
1934-1935'lerden itibaren köylünün eline Ziraat Bankası aracılığı ile süt makinası geçince bu defa sütler süt makinalarından geçirilir oldu. Süt makinaları yalnız sütle kaymağı birbirinden ayırmakla kalmıyor, sütün içinde mevcut her türlü yabancı maddeleri ve kirleri de ayıklıyordu. Bir yayımlık kadar biriken kaymaklar yayıkla yayılarak tereyağı çıkarılıyordu. Eskiden tereyağı çok kıymetli bir gıda maddesi idi. Peynire pek değer verilmez, fukara katığı gözü ile bakılırdı. Köylümüz indinde ki bu değerlendirme hala devam etmektedir. Tekne altı cortanları (yağsız sütler) yeteri kadar ekşitildikten sonra kazanlarda usulüne göre kaynatılarak peynir yapılıyordu. Sağılan sütlerden günlük ihtiyaç için yoğurtta mayalanmaktaydı.
Conat'ta kalınan süre içinde, yani haziran sonlarına kadar geçen zaman içinde yapılan yağ, peynir, lor ve yoğurt süzmesi gibi ağartılar Bilbilan'a çıkmadan bir gün önce köye indirilirdi. Ertesi gün şafakla beraber öküzler kızaklara koşulur dağa hareket edilirdi. 1933 tarihine kadar Aşağı Dağ'a çıkılıyordu. Bu tarihten sonra Bilbilan'a çıkılmaya başlanır oldu.
Kaynak: Osman ÜNSAL : Artvin ve Çevresinde Yaylacılık ve Pancarcı Şenlikleri Kitabı.
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve / veya temsilcilerine aittir. Kopyalanması ve izinsiz yayınlanması yasaktır
Etiket : Sağım, Ağartı, İşleri,