Kesin tarihini hatırlayamıyorum ama o zamanın gazete haberleri arasında da yer alan bu hadise 1936 veya 1937 yılında olmuştu. Kaleardı'nın çok güzel bir sonbaharıydı. Havada yaz mevsimini imrendiren bir berraklık, gökte pırıl pırıl bir güneş vardı. Çayırlar biçileli ve otlar taşınalı çok olduğu için mer'aları, çayırları, ormanları yeniden güzel bir güz otu kaplamış, Kaleardı'nda gerçekten çok iyi bir otlakiye oluşmuştu. İlkbaharda köyden Kaleardı'na çıkanlar hemen hemen tam kadro halinde gene burada idiler. Ayrıca kış için odun hazırlama zamanıydı da. Kaleardı'nda iken köye inip çıkma külfetine katlanmadan köy halkı ormanların kuru ağaçlarından ve kesilmeye uygun yapraklı ağaçlarından kesmek, kırık dökük dal budak parçalarını toplamak suretiyle kışlık odun ihtiyacını hazırlıyorlardı.
Kaleardı'na çıkanların başında Şaban ağa vardı. Çünkü köyde en çok hayvan besleyen, koyun, keçi sahibi olan Şaban ağa idi. Akşamın sağım ve süt işleri bitmiş, hayvanlar, koyun keçi takımı ağıllarına konmuş kapıları kapatılmıştı. Başta çocuklar olmak üzere yaşlı karısı ve Şaban ağa kısa süren bir gece oturmasından sonra yatmışlardı. Akşamın bu saatlerinde her şey susmuş, insanlar, hayvanlar, kuşlar böcekler hatta bütün tabiat derin bir uykuya dalmıştı. Gecenin sessizliği bir yorgan gibi örtmüştü her yeri ve her şeyi. Bu sakin gecede parlak bir ay ışığı her yeri alabildiğine aydınlatıyor, mütebessim çehresiyle çam ve köknarların resimlerini teker teker yerlere işliyordu. Ah insanlar bu saatlerde uyanık kalmayı bir bilebilselerdi hem pek çoğu şair olur, hem de şiirlerinin en güzellerini bu saatlerde yazarlardı. Vakit gece yarısını geçmişti.
Şaban ağa yayla evinin kapısının zorlanması ve bazı çıtırtı sesleriyle uyandı. Zaten uykusu hafifti. Kendinden başka herkes uyuyordu. Sessizce kalktı, kapıya yaklaştı, aralıktan bakınca kapının önünde iriyarı bir ayının bulunduğunu gördü. Ayı da sezmişti içeriden birinin kapıya yaklaştığını. Ayı açılsın diye kapıyı daha da zorluyor ve durmadan mırıldanıyordu. Şaban ağa kapının arkasında bekliyordu. Ayı bir ayağını (Totiğini) hafifçe aralanan kapı aralığından içeri sokmaya çalışıyordu. Bu arada karısı da uyanmış ışık için çıra yakmıştı. Şaban ağa ayının zarar vermek için gelmediğini, mutlaka bir işinden ötürü gelmiş olabileceğini düşündü. Çünkü hareketlerinden ve mırıltılarından bir acı içinde olduğu seziliyordu. Bu anlayışla ayının kapı aralığından içeri sokmağa çalıştığı ayağını karısının tuttuğu çıra ışığında kontrol etti. Ayağın altında apseli büyük bir şişlik olduğunu gördü. Evet ayı işte bundan ötürü gelmişti Şaban ağa'ya. İyi, güzel de neden bir başkası değil de Şaban ağa. Kaleardı'nda daha birçok yayla evi ve bu evlerde birçok insan vardı. Yoksa Şaban ağa'nın bu işlerin ustası olduğunu ayı da mı biliyordu. Acaba hayvanlarda, henüz insanların bilgisi dışında kalan akıl, zeka, hafıza ve benzeri bazı melekeler mi söz konusuydu? Şaban ağa kapıyı açtı, dışarı çıktı ve hemen operasyon işine başladı, yarayı yardı, apseyi iyice temizledi ve dağladıktan sonra bir güzelce sardı. Karısı da ona yardım ediyordu. Bu işler yapılırken ayı acı çekiyor, acaip mırıltı ve sesler çıkarıyor ama operasyon işine kesin bir teslimiyet gösteriyordu.
Şaban ağâ tedavi işini bitirince ayıya: Tamam artık gidebilirsin dedi. Ayı kapının önünde Şaban ağa'ya yerlere kadar eğilerek iki ön ayağı ile kandilli bir (Temennah) çaktıktan sonra uzaklaştı, gecenin karanlığında kayboldu. Etraftaki yayla evleri derin bir sessizlik içine gömülmüşken bu akşam Şaban ağa gilin yaylada belki de dünyada bir eşine daha rastlanmamış ilginç bir olay yaşanmış, olağanüstü bir vak'a cereyan etmişti. Şaban ağa gecenin bu saatinde hayatında ilk defa rastladığı bu akıl almaz hadiseyi uzun uzun düşünmüş gözleri uyku tutmamıştı.
Ayrıca bir de şu husus çok dikkat çekiciydi. Nasıl olmuştu da ayının gelişini gökten kuş uçurmayan azılı köpekler sezememişlerdi ve ayı onlardan sıyrılmayı başarmıştı? Gerçekten her şey bir muamma idi. En sonunda bunları düşünmekten yoruldu ve farkında olmadan uykuya daldı. Öyle pek fazla zaman geçmemişti ki kapının önünde yeniden beliren ses ve çıtırtılar üzerine Şaban ağa yeniden uyandı. Herhalde imsak vakti olmalıydı. Tekrar kalktı aralıklardan bakınca kapının önünde gene aynı ayıyı gördü.
Omuzunda büyükçe bir şey vardı. Dikkatle bakınca bunun bir an kovanı olduğunu anlamakta güçlük çekmedi. Şaban ağa hiç tereddüt etmeden kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Ayı omuzundaki kovanı indirdi, masum ve munis bakışlarla Şaban ağa'nın yüzüne baktı. Yine bir temennah ile memnuniyetini ifade ettikten sonra hızla uzaklaştı. Ormanın derinliklerinde kayıplara karıştı. Kovan bir hayli ağırdı. İçinde zengin bir arı kümesi vardı. Ağzına kadar da balla dolu idi. Belli ki ayı ayak tedavisinin bedelini böyle ödüyordu. Köyde Şaban ağaların arılarının çok olmasının temelinde bu kovanın yattığı söylenir.
Şaban ağa bundan sonra bu ayı ile bir daha hiç karşılaşmadı. Vahşi hayvan diye değerlendirdiğimiz ve "Ayı" damgasi ile damgaladığımız bu hayvanın: Tedavi olma bilincine sahip olduğunu, tedavi edene bir "Temennah" ile teşekkür edilmesi gerektiğini,ve karşılığının da "Bal"la ödenmesi lazım geldiğini takdir edecek kadar üstün kabiliyetlerle mücehhez bulunduğunu ne yazıkki biz insanlar hala bilememenin aczi içindeyiz.
Kaynak: Osman Ünsal'ın "Artvin ve Çevresinde Yaylacılık ve Pancarcı Şenlikleri" Kitabından.
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve / veya temsilcilerine aittir. Kopyalanması ve izinsiz yayınlanması yasaktır.
Etiket : Şaban, Ayının, Ayak, Tedavisi,