YAYLACIK'tan TÜTÜNLÜ'ye DÖNÜŞÜM
Sakılde'ye ait bir başka hatıram da şöyle;
1947-1948 kışında gezici Başöğretmen olarak onbeş günlük bir programla Üçırmak bölgesi köylerini gezmiş ve son olarak 1900 rakımlı Yaylacık köyüne gelmiştim. Yaylacık'ta 70-80 cm. kar vardı. Burada ki işlerimi de bitirdiğim için eve, Tütünlü'ye dönmem gerekiyordu. Her yer kalın karla kaplı olduğu için tek dönüş yolu köyden köye açık tutulmaya çalışılan köyler arası patika yoldu. Bu yoldan yayalar ve yük hayvanları büyük zorlukla ancak geçebiliyordu. Yaylacık'tan Tütünlü'ye Yolağzı, Yukarı Irmaklar, Aşağı Irmaklar, Cevizli, İncili Köyleri ve Tekmezar Geçidi üzerinden ancak bir buçuk günde dönülebiliyordu. Tütünlü'ye gidilecek bir başka yol da yalnız yaz aylarında kullanılan Yaylacık, Yolağzı köyleri, Conat mezrası ve Sakilde üzerinden gidilebilen tarihi "Yolcu Yolu"nun bir bölümü idi. Karla kaplı olduğu için bu kış-kıyamette aşılması, çok zor ve belki de imkansız bir yoldu bu. Ve gayet tabii ki kış süresince işlemediği için ıssız ve tenhaydı. Üstelik yolun orman içlerinden geçmesinden ötürü Kurtların yaratabileceği tehlike de sözkonusu idi. Her zaman ağır kış şartlarının hüküm sürdüğü Sakilde ise kışın Kurt sürülerinin cirit attığı bir yer olarak bilinmekyetdi.
"Kuş uçmaz-Kervan geçmez" bu yol ile gidildiği taktirde Tütünlü'ye yol şartlarına bağlı olarak yaklaşık iki-üç saatte varılabilirdi. Kestirmedir diye bütün tehlike ve zorlukları göze alarak hiç tereddüt etmeden Sakilde yolunu tercih ettim. O zaman otuz iki yaşındaydım. Korku kelimesine lügatimde yer yoktu. Ayrıca cesur ve güçlü olan atıma da çok güveniyordum. Böylece Yaylacık köyünden yola çıkarak Yolağzı Köyüne, oradan da daha düşük rakımlı Conat mezrasına hiç kimsenin geçmemiş olduğu yollardan kar kitlelerini yara yara binbir zorlukla inebildim. Yaylacık ve Yolağzına nisbetle kar Conat'ta biraz daha azdı. Bu kış kıyamette Yaylacık'tan Tütünlü'ye dönüş yolu olarak Conat'ı seçmemin temelinde belli ki Conat'ı karlar altında dahi olsa bir kere daha görebilmem arzusu yatıyordu. Evet Conat kalın kar yorganı altında sessiz, sakin ve herşeyden bihaber derin bir kış uykusundaydı. Bu hali ile Conat'ta; Ne tepenizden inen parlak güneşin Altın ışıklarını ve sarı sıcaklığın rahatlığını bulabiliyor, Ne insan sağlığında önemli rol üstlenen yeşilin değişik tonlarına ve bu tonları yaratan yeşil iklimin gizli sırlarına erebiliyor, Ne gerçekten bir çiçek deryasını andıran çayır ve mer'aların muhteşem manzarasını seyredebiliyor, Ne koyun-kuzunun meleyişine, ne dana ve anasının mızırdanışma ve ne de Uzunçayır taşlarında yankılanan güçlü boğa seslerinin heybetine şahit olabiliyor, Ne yöre insanının sesinden ötürü ona "Kukku" adını verdiği Guguk (euecılus conorus) kuşunun ilgi ile izlenen ve çocuklar tarafından büyük bir zevkle taklit edilen "Kukku-Kukku" seslerini işitebiliyor, Ne akşam karanlığında "so...so..."diye öten ve ötüşünden dolayı "sosol" adını verdiğimiz kuşun hüznünü hissedebiliyor, Ne Saba Melikesi'nden Hazreti Süleyman'a haber ulaştıran (Nemi suresi: 27/20-28) Hudhud (çavuş, ibibik kuşu), mahalli adı ile "Hophop" "upupa opos" kuşunun "Hut-hut"larını duyabiliyor, ve ne de insanların his hayatlarını tesiri altında bırakan, varlıkları ile tabiata renk ve zenginlik katan bu kadar kuş çeşidini bir arada görebiliyor ve bunların seslerinin yarattığı musiki aleminde ruhları sarhoş eden hayal deryasına dalabiliyordunuz. Karla örtülü Çamlı tepeyi, karla yüklü çam ve köknarları ve karlar altına gömülü olan yayla evimizi uzaktan seyrediyor ve yukarıda sıralananları bir filim seyreder gibi düşüne düşüne atımın üstünde karlara bata çıka Conat boyunca Sakilde istikametinde ilerliyordum. Geçtiğim yerlerde tavşan ve tilki izinden, bir iki yerde de eski kurt izinden başka hiç bir ize rastlanmıyordu. Koskoca bir kış boyunca buralardan tek bir insanın dahi geçmediği anlaşılıyordu. Nihayet binbir müşkilatla Conat'a nazaran rakımı biraz daha yüksek olan Sakılde'ye, Sakilde de ki suyun başına gelebildim.
Atım yorgundu, ter ve köpük içindeydi. Suyun başında karlar üstünde karma karışık pek çok kurt izi vardı. İzler yeni idi. Az önce burada oldukları, su içtikten sonra birbirleriyle oynaşa oynaşa yakında ki ormana daldıkları, karlar üzerinde hala dumanlanan dışkılarından anlaşılıyordu. ve şayet ben buraya beş-on dakika daha evvel gelmiş olsaydım mutlak surette onlarla karşılaşmış olacaktım. Bu benim için büyük bir riskti. Kurtların saldırma ihtimali daima mümkün ve muhtemeldi. Bu tehlike ile karşılaşmadığıma sevinirken köyler üzerinden, uzun ama salim olan yoldan dönmediğime pişman olmuştum. Yolun bundan sonrası kolaydı. Az sonra Sakilde bitiyor, Kaleardı başlıyordu. Kaleardı'nın başına gelince atımı yedeğe aldım. Artık buradan sonrası hep inişti. İnişler inildikçe kar azalıyor, yürümek kolaylaşıyordu. Pek fazla zahmet çekmeden 30-40 dakika sonra eve inmiştim.
Zorluklar ve tehlikelerle dolu olan bu yolculuk hem beni hem de atımı çok yormuştu. Maceralı yolculuğun hikayesini, akşam otururken sıcacık evde herkes büyük bir ilgi ile dinliyordu. O zaman Noyan dört, Bahadır daha bir yaşlarında idiler ve Türkan henüz yoktu. Rahmetli kayınpederim anlattıklarımı dinledikten sonra bana "sen resmen delisin" demişti. Evet! Bu laf çok doğru bir laftı. Çünkü ben hiçbir kimsenin yapmaya kolay kolay cesaret edemeyeceği bir yolculuğu gerçekleştirmiştim. Bu, bedeli çok pahalı olan bir cesaretti. Çünkü hesapta karları aşamamak veya kurtlara yem olmak ihtimali de mevcut idi.
Kaynak: Osman ÜNSAL : Artvin ve Çevresinde Yaylacılık ve Pancarcı Şenlikleri Kitabı.
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve / veya temsilcilerine aittir. Kopyalanması ve izinsiz yayınlanması yasaktır
Etiket : Osman, Ünsalın, Yaylacıktan, Tütünlüye, Dönüş, Hatıratı,