ONALTI YIL SONRA BİLBİLAN
1974 yılı idi. O yıl onaltı senelik büyük bir ayrılıktan sonra Aliye, Türkan ve ben, üçümüz Ardanuç'a gitmiştik. Ağustos ayı ortalarıydı. Bilbilan'ı görmek, eski hatıraları yadetmek amacıyla Aşağı Irmaklar köyünden ikiyüz liraya kiraladığınız bir minibüsle Aliye, Türkan, Azimet, Melahat, zahriye, Öner ve ben hep birlikte Bilbilan'a gittik. Biz orada iki-üç gün kalacaktık, minibüs tekrar gelip bizi almak üzere köye döndü. Özel olarak bir minibüs kiralayarak köyden Bilbilan'a gitmek pek rastlanan bir olay değildi. Bu bakımdan hadise olağandışı gibi kabul edilmiş, yaylada gözler üzerimize çevrilmişti.
O kadar insan arasında yaylada tanıdığımız veya aşina olduğumuz çok az sayıda yaşlı kimseler vardı. Çoğu tanımadığımız genç insanlardı. Aslında bunlar da yakınlarımızın, tanıdığımız kimselerin çocukları idiler. İlgi ile karşılanmamızın bir başka sebebi de bu idi. Daha ilk gün başta akrabalar ve komşular olmak üzere hoşgeldine, halhatır sermaye geliyorlardı. Bizim yaylada Servet'in karısı Tuntul ve torunları vardı. Orada kaldığımız sürece bize iyi hizmet verebilmek için kızcağız çırpındı durdu. Kendisini burada sevgi ile yadediyorum. Gidişimizin ikinci günü Öner'le gezmeye, etrafı dolaşmaya çıktık. Gezinin sonunda Derehanlan'na indik. 1958-1974 yılları arasında geçen onlatı yıl içinde çok şey değişmiş, daha doğrusu pek çok şey yeniden kurul-, muştu. Derehanları'nda ki çarşı büyümüş, şekillenmiş ticaret hayatı daha da ilerlemişti. Öner'le iyi bir koyun satınaldık. Ne kadara satınaldığımızı şimdi hatırlayamıyorum ama büyük bir gezi programı içinde bir koyun satınabildiğimize göre demek ki hem fiatlar ucuzmuş, hem de bizim satınalma gücümüz çok daha iyi imiş. Hani nerde o yıllar ve o günler. Koyunu orada kestirdik. Çünkü yaylada kestirecek kimse bulamayabilirdik, yaylaya et olarak çıkardık. Öner et işlerinden çok iyi anlıyordu. Önce o güzelim koyun gövdesini usulünce kısım kısım ayırdı ve sonra döner için parçalara böldü ve bilahare de bunları ağaçtan yaptığı büyük bir şiş'e geçirdi. Bu iş bir kişinin tek başına yapacağı bir iş değildi. Bu bakımdan herkes Öner'e yardımcı olmaya çalışıyordu. Ocakta yanmakta olan büyük ateşin ve korların karşısına yerleştirilen döner, pişmeye ve yavaş yavaş kızarmaya bırakıldı. Bu işe Öner nezaret ediyor, kızaran tarafları durmadan çeviriyordu
Artık döner kıvamını bulmuş, eriyen yağlar akmaya, nefis et kokuları etrafa yayılmaya başlamıştı. Sofralar kurulmuş, yemeğe çağrılan yakınlarımız ve ev halkı sofradaki yerlerini almıştı. Kızaran etler Öner tarafından kesiliyor, tabaklara konuyordu. Sabırsız bekleyiş sona ermiş herkes büyük bir iştahla yemeye başlamıştı. Uzun süren bir yemek faslından sonra herkes nefis bir ziyafetin keyfini yaşamıştı. O gün Bilbilan'da yenen ve tadına doyum olmayan dönerin hatırasını unutmak herhalde yıllar boyu pek mümkün olmayacaktı. Biz Ardanuç'tan ilk ayrılışımızda Türkan sekiz yaşında idi ve ilkokulun üçüncü sınıfına geçmişti. O zamanlar Bilbilan'ı biliyordu. Daha 4-5 yaşlarında iken bir yaz tatilinde hep birlikte Bilbilan'a gitmiş, onbeş günlük bir tatil yapmıştık. Bu defa Türkan Bilbilan'a yirmi dört yaşında, hayata atılmış bir insan olarak, hem de büyük şehrin cenderesini yaşayan bir insan olarak dönmüştü.
Bu itibarla Bilbilan'ın Türkan üzerindeki tesiri her türlü tasavvurun üzerinde olmuştu. Hava ve suyunun güzelliğine, süt, yoğurt, kaymak ve gevreğin nefasetine doymak, doyabilmek hakikaten mümkün değildi. Çocuk iken korktuğu ve sevimli halleriyle yanlarına yaklaşmaya çalıştığı danaların, inek ve diğer hayvanların yanlarına artık korkmadan yaklaşıyor ve onlarla meşgul olmaktan büyük bir zevk alıyordu. Birgün kardeşim Güllü bizi yemeye çağırmıştı, sofrada mısır gevreği, yanında da güzel bir yoğurt vardı. Kızı öğretmen Nahide de o gün annesine gelmişti. Biraz rahatsızdı. Kocasının köyü olan Geçitli Yaylasından kayınvalidesi v ebaşka bir kadınla birlikte gelmişlerdi. Hasta haliyle annesine yardım ederken zaman zaman ayağını rutubetli yerlere basıyordu. "Ayağını yerlere basma zaten hastasın" demiştim de bu ikazım Nahide'nin kayınvalidesinin dikkatini çekmiş ve "dayısı ne kadar dakik bir insan" anlamında laflar etmişti.
Bilbilan'a bu son gidişimizdi. Neler hatırlamadık ki geride kalan koskoca bir "Kırk yıllık zaman dilimi" içinde Bilbilan'dan. Bunlardan bazı pasajlar şöyle:
1- 1932-1933'lerde Bilbilan'a ilk sahip olma teşebbüsüne geçildiği maceralı yıllarda köyün öküzünün dağa çıkarılışı sırasında Osman ağabeyimle birlikte bizim de öküzlerimizi Bilbilan'a götürüşümüzü. Sanırım haziran ayı başlarıydı.
2- 1935-1938 yıllarında Erzurum öğretmen okulundan tatilde eve dönerken Ardahan'da bindiğimiz yük kamyonlarından Bilbilan'da inerek Bilbilan'daki anneme ve annem kadar sevdiğim Havva teyzemin de bulunduğu yayla evimize gelişimi, annemin ve teyzemin gözyaşları içinde beni kucaklayıp bağırlarına basışlarını,
3- Yayla evimizi babamla birlikte inşa edişimizi ve bu iş için çektiğimiz zahmet ve sıkıntıları.
4- Haziran sonlarında gece yarılarında Conat'lardan yüklü kızaklarla hem yokuş hem de bozuk olan yollarla ancak iki günde Bilbilan'a çıkışımızı,
5- Yaylanın odun ihtiyacı için Karagözoğlu ormanlarına gidişimizi, odun Hazırlayışımızı, hatta bir gece ormanda kalışımızı, büyük ateşler karşısında yarı uyur-yarı uyanık yatışımızı, gecenin soğuğunda ben üşümeyeyim diye babamın bana gösterdiği titizliği,
6- Binbir zahmetle taşıdığımız güzel çam ve köknar ağaçlarını hem yorgunluk ve hem de büyük bir zevkle kırışımızı (yarışımızı) ve o güne mahsus olarak pişirilen pişi veya cevizli katmer ziyafetlerini.
7- Annemle birlikte Bilbilan'da uzun uzun kalışlarımızı ve o yıllara ait çok tatlı anıları,
8- Yaylacılığın bir geleneği ve tamamlayıcısı olan, köylere neş'e, huzur, dinamizm ve sosyal bütünlük getiren "Pancarcı Şenlikleri"nin gerçekten unutulmayan tatlı hatıralarını,
9- Eş, dost ve akrabaların birbirlerini davet, ziyaret ve ziyafetlerini,
10- Sanırım 1954 veya 1955 yazında Aliye ve çocuklarla Noyan, Bahadır ve Türkan'la hep birlikte her türlü sebze ve meyve gibi Bilbilan'da o devirlerde bulunmayan ihtiyaç maddelerimizi de yanımıza alarak Bilbilan'a çıkışımızı orada annemin yanında neş'eli, sağlıklı ve huzur dolu bir tatil geçirişimizi, çocukların yayla ortamında ne kadar rahat ve neşeli bir hayat geçirdiklerni, kendi kendilerine yeni oyunlar icat ettiklerini, hayvanları yakından tanımalarını, candan sevgi ve ilgi duymaları ve hergün onlarla haşir-neşir olmalarını,
11- İlçede ki bütün memur arkadaşların iştirakiyle tertip olunan Kutul - Bilbilan gezilerini, döner çevirişlerimizi ve eğlence alemlerimizi,
12- İlköğretim müdürlüğüm sırasında köylerarası yayla ihtilafları dolayısı ile İlçe İdare Hey'eti olarak Kaymakam Sayın Mustafa Öner'in başkanlığında Dr. Özcan Hangül, Malmüdürü Abdülkadir, Veteriner Hekim Hasan Uzunhasanoğlu ve İlköğretim Müdürü olarak da ben, çıktığımız Kutul, Karagözoğlu, Bilbilan ve Horasan Tepesi eteklerinde ki gezilerimizi ve bu geziler sırasında arkadaşların tamamen hüsnüniyete dayalı olarak çok samimi bir biçimde birbirlerine takılmalarını, hatta bir-birleri ile dalga geçmelerini, esprilerini, hele hele malmüdürünün saflığından ve samimiyetinden faydala-narak herkesin ona yüklenişini,
13- Gerek bu geziler ve gerekse başka gezilerimizde pekçok yemek-ziyafet ve eğlencelerimizi, bu arada eşaire mensup Karaçadırcı malsahiplerinden Maşikar (Mahişeker)in çadırındaki saç kebabı ziyafetini.
Evet... l974'ün Ağustosunun tam yarısında yıllarca önce yaşanmış olan bunca hatıraları ve daha nicelerini hatırlamamak ve bunları bir film şeridi gibi zihinden geçirmemek mümkün değildi. Ama Noyan'm ikinci Kıbrıs harekatına katılmış olması ve daha sonraki gelişmeler, bu gelişmelerin o gün için bizi üzen haberleri üzerine apar-topar Ankara'ya dönüşümüz, bu gezimin tadını kaçıran çok talihsiz bir inkişaf olarak hafızalarımızda nahoş bir burukluk olarak yer alışı büyük bir şanssızlık olarak çıkmıştı karşımıza.
Kaynak: Osman ÜNSAL : Artvin ve Çevresinde Yaylacılık ve Pancarcı Şenlikleri Kitabı.
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve / veya temsilcilerine aittir. Kopyalanması ve izinsiz yayınlanması yasaktır
Etiket : Onaltı, Sonra, Ardanuç, Bilbilan,