HAYVANLARDA SEVİLME VE SEVME DUYGUSU
Ana-yavru ilişkileri bakımından koyunla kuzusunun insanı şaşırtan ve sırrı henüz çözülememiş olan akıl almaz bir konudur. Onlar birbirlerine kavuşmak için ölçüsüz sabırsızlıklar gösterir, enteresan bağrışmalar, heyecanlı koşuşmalar sergiler, ele avuca sığmaz hareketlerde bulunurlar. Bir araya gelişleri ve birbirlerine kavuşmaları sırasında ana ve kuzudaki heyecan en yüksek noktaya varır. Yalnız burada aklın almadığı çok enteresan olay şudur. Aynı büyüklükte ve aynı renkte olan, daha doğrusu bir makastan çıkmış gibi birbirlerinin tıpatıp aynı olan yüzlerce kuzu arasında koyun kendi yavrusunu hiç hata yapmadan nasıl tanıyabiliyor? Yüzlerce kuzu, anasına kavuşmak için sürünün içine dalıyor. Her biri ana diye yaklaştığı koyunun memesini emmeye çalışıyor ama şayet kendi yavrusu değilse koyun bu kuzuyu şiddetle reddediyor. Bu defa yeni arayışlar ve yeni reddedişler başlıyor, taki ana gerçek yavrusunu buluncaya kadar. Evet kısa bir süre içinde bu arayışlar başarı ile sonuçlanıyor ve ana kuzu birbirlerine kavuşuyorlar.
İnsan her soruya mutlaka bir cevap bulacaktır ya buna da "Kokusundan tanıyor" gibi havada kalan bir cevap buluyor. Belki doğru, belki yanlış ama bu nazariyenin doğru olması için her kuzunun kendine mahsus ayrı bir kokuya sahip olması gerek. Bütün bunlar bir yana gerçek olan şu ki hastanelerde bebeği değişen bir anne kendi çocuğunu tanıyamıyor ama bir koyun hiç şaşırmadan ve tereddüt göstermeden kendi kuzusunu tanıyabiliyor. Ne demeli bilmem ki. İnsan-Hayvan ilişkileri ve "yavru-ana" imajı dışında hayvanlar birbirlerini de çok sevmektedirler.
Örneğin:
1-Yaz aylarında otlakiyelerde, mezra, dağ ve yaylalarda sürü halinde otlarken aynı eve ait olan veya birbirinin eşi durumunda bulunan hayvanlar genellikle birbirinden ayrılmaz, bir arada otlar, bir arada yatar kalkarlar.
2-Hayvanlar dinlenme sırasında birbirlerinin başını, boyun ve omuzlarını veya vücutlarının herhangi bir yerini yalar ve yalatırlar. Yalanan hayvan başını ve vücudunu yalamaya elverişli pozisyonlara sokar ve bundan büyük keyif aldıklarını çeşitli belirtilerle ortaya koyarlar.
3- Gene aynı eve ait olan hayvanlar ve özellikle de birbirinin eşi durumunda bulunan boğa, öküz ve tosunlar dinlenme sırasında antrenman mahiyetinde diyebileceğimiz bir biçimde birbirleri ile oynaşır şaka güreşleri yaparlar. Tıpkı iki pehlivanın güreş meydanında seyirciyi eğlendirmek için yaptıkları peşrev güreşi gibi bir gösteriştir bu. Şakadan yapılan bu güreşlerde hayvanlar boynuzlarını çok ustalıklı bir biçimde kullanır, asla birbirlerini incitmez ve can yakıcı olmazlar. Halbuki gerçek güreşlerde ne kadar zalim ve ne kadar gaddar olmaktadırlar.
4-Dağ ve yaylalarda hayvan sürüleri çoban ve öküzcülerin yönetimi altındadır. Otlakiyelerde veya akşam dönüşü sırasında bazı günler büyük hayvan kitlelerinin içinde, başlangıçta bir kaçının çok neş'eli ve yerlerinde duramaz oldukları, kocaman vücutları ile havalara zıpladıkları ve zikzaklar çizerek koşuşmaya başladıkları ve oynayarak koşuşmayı sürdürdükleri görülür. Bu hal tıpkı bir "Ruhi sirayet" gibi diğerlerine de geçer ve hepsi bu hareketlere katılırlar. Bu koşuşmalar adeta bir maratona dönüşür ve önüne geçilmez bir sür'atle uzaklara kadar devam eder. Sürüde büyük bir dağılma olmuştur. Öküzcü ve çobanlar büyük bir telaş içindedirler. Ne yapacaklarını, sürüyü nasıl durduracaklarını, dağılan sürüyü nasıl bir araya getireceklerini bilememenin şaşkınlığı içindedirler. Genelde sağım ve yoz hayvanlarının bu çılgınlıkları yayla evlerine, öküz sürülerinin maratonu da öküz yataklarına kadar devam eder. Bütün bunlar hayvanlarda mevcut neş'e, sevinç ve keyifliliğin değişik tezahürleridir. Hiç bir zaman keyfi yerinde olmayan, hastalıklı ve zafiyet içinde olan hayvanların bu kabil hareketlerde bulunması mümkün olmamıştır. Öküz sürüsünde bu hareketin başlamasına "Öküz oynadı" deyimi kullanılır. Bu hareketi uzaktan izleyenler "Maşallah A………… köyünün öküzü oynuyor" gibi takdir edici sözler söylerler. Hayvancılıkla uğraşan kimseler için bu çok sevindirici bir hadisedir.
5-Hayvanlarda mevcut sevinç ve keder duygularının bir başka tezahürü de boğa görüşlerinde yaşanır. Bir güreşin ardından yenen boğa bu galibiyetin büyük sevinç ve gururunu ard arda bağırışları ve güreş meydanında mağrurane dolaşmaları ile sergiler. Buna mukabil yenilen boğa hemen meydandan çekilir, süklüm-püklüm bir şekilde adeta seyircinin gözünden kaçar, üzüntü içinde ortalıktan kaybolur ve gözlerinden oluk oluk yaşlar boşanır. Bu hal bir hayvanın duyabileceği en büyük üzüntüdür, hüzündür, kederdir. Konu ile çok yakın ilgisi olan ve bir başka bölümde anlatılmış bulunan çok enteresan bir boğa güreşini burada yeniden dile getirmek isterim. Seferberlikten evvel yani Birinci cihan harbinden önce köyden Şirnagil'in Üzeyir Ağalar Şavşat'ın Karaağaç köyüne bağlı Meşemollası mahallesinden kızaklarla köye bedevre getirmektedirler. Meşemollası'dan başlayarak bir buçuk, iki saat kadar devam eden yorucu bir yokuşun sonunda bizim Aşağı Dağ'ın önleri seviyesinde ki Killik mevkiine gelirler. Burada hem dinlenmek hem de aç olan öküzlerin karınlarını doyurmak için uzunca bir mola verilir. Civar otlakiyelerde Şavşat'ın Savaş köyüne ait öküz sürüsü otlatılmaktadır. Öküz sürüsünde boğalar da vardır. Bu boğalar dağ keyfi ile durmadan bağırıyor, kendilerine hasım arıyorlardır. Şirnagil'in öküzlerden biri olan Polat'da iyi güreşen pehlivan bir öküzdür. Bir ara öküz sürüsü iyice yaklaşmış ve sürünün baş boğası ile Polat birbirlerini bulmuş, aralarında amansız bir güreş başlamıştır. Uzun süren bu çatışma sonunda Polat yenilmiş, son derecede üzgün olarak öküz sürüsünden uzaklaşmıştır. Gözlerinden iplik iplik yaşlar akmaktadır. Boğa genç, enerjik, henüz boyunduruk görmemiş, dağ keyfini yaşayan çok güçlü bir boğadır. Boynunda sanki bir kuzu oturmaktadır. Buna karşılık Polat ise boğa değil boyunduruğa koşulmakta olan bir öküzdür. Üstelik o gün çok ama gerçekten çok yorgundur. Az önce ağır bir kızağı iki saat boyunca dik bir yokuştan yukarı çıkaran odur.
Molayı müteakip öküzler kızaklara koşularak hareket edilir ve yaklaşık iki saat sonra köye inilir. Polat çok üzgün ve dökümsüzdür.. Gözlerinden akan yaşlar hala dinmemiştir. Polat için o gün ve o gece hep böyle geçmiş, üstelik hiçbir şey yememiştir. Akşam olunca diğer öküzlerle birlikte ağıla konur. Sabahleyin kalkınca diğer öküzler ağılda oldukları halde Polat yoktur. Durum hemen anlaşılır, Polat gece ağıldan atlamış ve sabahleyin aldığı mağlubiyetin intikamı için dağa gitmiştir. Hemen dağa hareket edilir, oraya varıldığında manzara şudur. Mokta köyünün öküz sürüsü yayılmış otlamakta, Polat ise öküz sürüsünün içinde mağrurane dolaşmakta, ard arda bağırışları ile sesi çevrede yankılar yaratmaktadır. Savaş köyü öküzcüleri ile temasa geçilir ve onlardan şu açıklamalar alınır. Sabaha doğru daha öküz yatakta iken Korh istikametinden hırslı bir boğanın çok güçlü sesleri ile irkildik.
Çok geçmeden bu ses yaklaştı, yaklaştı, karşımıza dün yenilen öküz çıktı ve doğruca öküzün içine dalıverdi. Tabii bizim öküz ve bahusus boğalarda da bir hareketlilik oldu ve ortalık patlamaya hazır bir bomba gibi oluverdi. Derken sizin öküzle bizim boğa hemen karşı karşıya gelmiş amansız bir güreşe tutuşmuşlardı. Güreş çok sert geçiyor, güçlü kafa ve boynuz darbeleri ile birbirlerini sarsıyorlardı.
Güreş öyle kızışmış ve sür'atlenmişti ki şayet taraflardan biri güreşten çekilmek istese buna asla fırsat bulamayacaktı. Zira hasmı onun geri çekilmesine veya dönüp kaçmasına fırsat vermeyecek, bütün hışmı ile üzerine çullanacak ve peşine düşerek boynuzlayacak, onu mahvedecekti. Nihayet boğa daha fazla dayanamamış dört beş dakikalık bir güreşten sonra Polat'ın önünden ok gibi fırlayarak kendini kurtarmayı başarmıştı. Polat kaçan hasmının üzerine gitmeme asaletini göstermiş, tıpkı bir heykel mehabetiyle olduğu yerde dikilip kalmıştı. Ve ardından da öküzün içinde dolaşarak güçlü sesi, peş peşe bağırışları ile galibiyetinin tadını çıkar maya başlamıştı. Halbuki genelde galip gelen boğa yendiği hasmının peşine düşer, yetiştiği yerde onu boynuzlar ve hatta ağır biçimde yaralayabilirdi. Bu olay hayvanlarda his ve gururun ne kadar güçlü olduğunun en canlı örneğidir.
6- Hayvanlar sevgi ve neş'eye sahip oldukları gibi üzüntü ve keder duygularının da esiridirler. Kendisine fena muamele edilen bir hayvanın bakış tavrının ve hareket tarzının nasıl değiştiğine hepimiz sık sık şahit olmuşuzdur. Huysuzlaşmaları, sert hareketlerde bulunmaları ve hiç kimseyi yakınlarına sokmamaları bunun en canlı örnekleridir. Hayvan kanının akmış olduğu bir yerde hayvanlar kanlı toprağı kokladıkça tavır değiştirir, munis ve sakin hallerini terk eder, sert ve huysuz hareketler de bulunur feryat-figanı andıran acayip sesler çıkararak adeta vahşi bir havaya bürünürler.
Bu konuda şahidi olduğum ve evvelce de anlatmış bulunduğum çok enteresan bir hadiseyi konu ile ilgisi bakımından tekrar etmek isterim. Çocukluk yıllarımda bizim Kibar ve Dilber adlarında çok çok güzel ve akıllı bir çift öküzümüz vardı. Bir ilkbahar günü kuşluk vakti otlaktan dönerken Kibar evin yanında ki çisentili yamaç bahçede zıplar ve koşarken dengesini kaybeder ve yamaçtan kayarak arka ayağından birinin kaval kemiğini kırar. Kırılan kemik dışarı fırlar ve ayak kısmı yalnız deriye bağlı olarak sallanmaya başlar. Bunun tedavisi mümkün olmadığı için Kibar yamacın dibindeki küçük düzlükte kesilir ve neş'eli hayatına son verilir. Hem kırılma hem de kesim esnasında Kibar'ın kanları her tarafa yayılır ama büyük kısmı hemen oracıkta küçük bir çukura aktarılır ve üstü kapatılır. Kibarın eşi Dilber bütün bu hadiselerin şahidi olmuş ve büyük üzüntülerin şokuna girmiştir. Aslında danalıklarından itibaren bir arada büyüyen ve öküz olunca da eş durumuna gelen bu iki hayvan birbirlerine inanılmaz derecede bağlıdırlar. Ahırda, dışarıda, işyerinde, otlakta, mezra ve yaylada hep birlikte ve hep yan yana dırlar.
Onların birbirlerinden ayrıldıkları hiç görülmemişti. Şimdi eşsiz kalan Dilber eşinin kesildiği yerden ayrılmıyor, kanın gömülü olduğu toprakları eşeliyor, çok acayip sesler çıkararak bağırıyor, adeta ağlıyor, feryat ediyordu. Gözleri hep yaş içindeydi: ot otlamıyor, sanki hiç açlık hissi duymuyordu. Bu durum haftalarca hatta aylarca devam etti. Vaktaki babam ona üç-dört ay sonra "Serbes" adlı bir öküzü eş olarak satın aldı, işte o zaman Dilber yeni eşine alışmaya başladı ve o sayede eski eşini unutur oldu. Ama gerçekten unuttu mu veya ne kadar unutabildi, bunu bilmek hiçbir zaman mümkün olmadı.
Kaynak: Osman ÜNSAL : Artvin ve Çevresinde Yaylacılık ve Pancarcı Şenlikleri Kitabı.
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve / veya temsilcilerine aittir. Kopyalanması ve izinsiz yayınlanması yasaktır
Etiket : Hayvanlarda, Sevilme, Sevme, Duygusu,