Davul-Zurna ve Yöresel Şenlikler
Eğlenmek, hoşça vakit geçirmek için milletimizin düğünlerde, derneklerde, bayramlarda olduğu gibi Pancarcı Şenliklerinde de davul-zurna'ya ihtiyacı vardı. Davul-zurna Türk milletinin ayrılmaz bir bütünü gibidir. Davul-zurnada oyun havaları çalınırken insanımız coşar, köpürür, oynadığı oyunlarla coşkunun zirvesine ulaşır. Davul-zurna hareketliliği, çevikliği ve gümbürdeyen coşkulu sesi ile oyun havalarının en uygun çalgısıdır. Dinlenme zamanlarında davul-zurna İle oturak havaları yanında neşeli daha başka havalar da çalınırdı. Yol yorgunluğunu insanımız yol havası ve çok sevdiği daha birçok havaları dinleyerek geçirirdi. Oturak havalan için, dinlendirici ve sükunet telkin edici sesi ile daha çok "Mey" tercih olunurdu. Dinleyiciler bu sesin sihirli tesiri ile dinlenir, rahata kavuşurdu. Oturak havalarında tesir gücü en yüksek olan çalgılardan biri de kaval idi. Kaval büyüleyici ve kadife yumuşaklığındaki sesi ile sizi hayal aleminin derinliklerine sürükleyebilirdi. Bunlardan ayrı olarak genelde çobanların çal¬makta oldukları bir de tulum vardı. İkizleme ve uyumlu sesi ile tulum hoşa giden enteresan bir çoban enstrümanı idi. Oyun ve oturak havaları dışında yol yürürken davul-zurna ile çalınan bir de "Yolhavası" vardı. Yöre insanı çok sevdiği yolhavasının etkileyici nameleri sayesinde yolları, yorgunluk hissine kapılmadan daha rahat bir şekilde yürürdü. Yatkın sesi, yürüyüş psikolojisini tahrik eden ritmi ve yürümeyi kolaylaştıran ruhi etkinliği ile davul zurnada yolhavası eşsiz bir müessiriyete sahipti. Tıpkı marşların askeri yürüyüşe teşvik edişi gibi. Gerçi bunda mazbut bir yürüyüş temposu yoktu ama Yolhavasında ferdin yürüme içgüdüsünü tahrik eden öylesi bir güç saklıdır ki bu güç, oturmakta olanları bile harekete geçiren bir etkinliğe sahiptir. Ayrıca "Yolhavası"nın insanların müzik zevklerine hitap eden etkileyici bir kudrete sahip bulunduğuna da şahit olunmaktadır. Yollar boyunca bu havayı dinlerken siz kendinizi musiki dünyasının içinde hisseder, bu güzel müziğin ritim temposu ile dağlar, ovalar aşarsınız. Asırlardır çalınmakta olan bu "Yolhavası", bu nadide beste kim tarafından, ne zaman, nasıl yapılmış, nasıl bestelenmiş, üzerinden kaç asır geçmiş ve bugünkü hale nasıl gelmiş olduğu hakkında en ufak bir bilgiye sahip değiliz. Tek bildiğimiz şey atalarımız musikinin bu şaşırtıcı gücünü hastaların tedavisinde olduğu gibi aynı gücü yol yorgunluklarının hissedilmemesinde de kullanma bilgeliğini göstermiş olmalarıdır.
Artvin oyun havaları TRT'de en iyi şekilde çalındığı ve yaşatıldığı halde Yolhavası gibi nadide bir beste maalesef şimdiye kadar ekranlardan yeterince yansıtılmamış, üzerinde dahi durulmamıştır. Umarız ki bir gün bu eksikliğin farkına varılır ve milli kültürümüzün üstün müzik zevk ve yeteneğimizin ve binlerce yıllık zengin musiki repertuvarımızın büyük bir eseri olan "Yolhavası"da ekranlarda layık olduğu yeri almış olur. Pancarcı şenlikleri için Bilbilan'a hangi gün gidileceğine dair verilen karar köy bekçisi tarafından ev ev dolaşılarak herkese duyurulur. Çıkış günü sabahleyin köyde her evde son hazırlıklar yapılır, önce çocuklar giydirilir. Onlar bu halleriyle ortalıkta dolaşır caka satmaya çalışırlar. Sonra kadınlar, "Dışarılık" elbiselerini sandıklardan çıkararak giyinir. Kemer, altın, beşibiryerde, zincir, yüzük, küpe gibi ziynet eşyalarını takıp takıştırırlar. Gelinler, kızlar, hatta daha küçükleri akşamdan ellerine kınalarını yakmışlardır. Delikanlılar da kendilerine göre, nasıl istiyorlarsa o şekilde giyinmiş, tıraş olmuş harekete hazır hale gelmişlerdir. Zaten erkeklerin böyle günler için öyle pek fazla bir şeyleri de yoktur. Böylece sabahın mümkün olduğu kadar erken saatlerinde yola çıkmağa gayret edilirse de kadın ve çocukların hazırlıklarında ve diğer bazı işlerdeki aksamalar yüzünden yola çıkmada yine de gecikmeler olur. Nihayet hareket edilmiştir. Önce yakın akraba ve komşular, daha sonra yakın mahalleler birleşir ve yolda ilerledikçe bütün köy bir araya gelir ve yola hep birlikte devam olunur. Davul-zurna, çalmakta olduğu yolhavası ile topluluğa eşlik etmektedir. Halkın hemen hemen tamamı yaya yürümektedir, atlı olan çok az kimse vardır. Ata hanımlar biner, çocuklar terkiye alır. Yaylaya götürülecek olan malzemelerde heybelere yerleştirilmiş olarak atın terkisine asılır. Bu yolculuğun en ilginç yanı köyde iş-güçten veya ihmal yüzünden bir araya gelemeyen akraba ve yakınlar yol boyunca bir araya gelir hal-hatır sorarlar. Eski dostluklar, eski arkadaşlıklar, sırdaşlıklar dile getirilir, yeni arkadaşlıklar kurulur. Kızlar kızlarla, kadınlar kendi aralarında ikişer, üçer hatta daha fazla kimseler bir araya gelerek guruplar oluştururlar. Bunlar kendi aralarında gizli-kapalı konuşur, fis-kos eder, dedi-kodu yapar, şakalaşır, gülüşürler. Bu hal bütün yol boyunca devam eder. Erkeklerde kendi aralarında günlük işlerden, aktüel konulardan, tasavvur ve planlarından, köye ait ortak işlerden konuşur, bazen de eskiye ait anılar dile getirilir.
Bu arada Yukarı Irmaklar köyü de yola çıkmıştır. Her iki köy halkı Ustalar köyünün üst tarafındaki "Çürük Çayırın Başı"nda bir araya gelirler. Çürükçayır'ın başındaki büyük yabani armut ağaçlarının püfür-püfür esen rüzgarlı gölgesinde oldukça uzun bir süre oturulur, sohbet edilir dinle¬nilir. Güneş iyice kızdırmış, sıcak bastırmıştır. Bırbuçuk saati geçen yürümenin bu ilk hamlesinde yorulmalar olmuştur. İki köyün insanı ve bahusus akrabalar burada bir araya gelirler. Bunlar belki de uzun zamandır görüşmemişlerdir. Herkes burada birbirleri ile görüşür, hasret giderir, hasbihal ederler. Dinlenme sırasında davul-zurna ve meyle oturak havaları ve sevilen diğer havalar çalınır. Yeterince dinlendikten sonra çamlıklı "Buzluğun Yokuşu" tırmanılır, buzluğun başından geçilir, Korh'un başına çıkılır. Yokuşlarda yorulanlar Korh'un başında kısa bir süre gene dinlenirler. Buradan itibaren çok az bir meyille Soriyent deresine inilir. Bunca yokuşun ardından bu tatlı küçücük inişte yorulmak şöyle dursun, yorgunluklar unutulacağı için bir çok kimse ve bilhassa gençler dinlenme ihtiyacı duymadan yola adeta koşarak devam ederler. Soriyent deresinin ötesinde küçük bir ovayı andıran otu ve suyu bol çok güzel bir düzlük karşılar sizi.
Burası Irmaklar köyünün Aşağı dağa ait olan otlakiyesidir. Düzlüğün batı kenarında köyün öküz yatağı ile gene köye ait "Yaylanın Önü Çayırları", yukarısında "Zincarlık" sırtının üstünde Irmaklar köylerinin 1935 yılına kadar yüzlerce yıldır kullanılan "Aşağı Dağ" yayla evleri vardır. Doğuda ise Karagöl sırtlarından çıkan ve kuzeye doğru Soriyent vadisine inen Sağlıkev deresi, alt tarafta yani kuzey kenarında da Zağlikev deresinin devamı olan Soriyent Deresi yeralmaktadır. Bu dere aslında Üçırmaklar deresinin başlangıcıdır. Zağlıkev deresi Ardanuç ve Şavşat ilçeleri arasında tabii sınırı teşkil eder. Derenin doğusunda kalan Cancah yokuşunun ortalarında Şavşat'ın Çavdarlı köyüne ait olan ve ilk defa 1930'lu yılların sonuna doğru kurulan yeni yayla evleri ile bu yokuşun eteklerinde gene Şavşat'ın savaş köyüne ait tarihi eski yayla evleri bulunmaktadır. Soriyent deresinden sonra tıpkı bir halıyı andıran yeşil düzlükler rahat bir yürüyüşle aşıldıktan sonra çok dik Cancah yokuşları tırmanılmağa başlanır. Çavdarlı köyü yaylalarının solundan geçilerek dağların çok ünlü "Soğuk Pınar"ına veya bir başka adı ile "Cancah Suyu"nun başına çıkılır. Hafif meyilli çok güzel bir yerde çıkmakta olan bu ünlü pınar uzun dağ yollan üzerinde stratejik önemi çok büyük olan bir mevkidedir. Suyunun soğukluğu, mola yeri olmağa elverişliliği bakımından "Soğuk Pınar" adı hep zirvede olmuştur. Vakit öğleyi geçmektedir. Herkes yorgun ve açtır. Bu itibarla bütün şartlar "Soğuk Pınar"ın başında iyi bir dinlenmeyi ve karınların doyurulmasını mecburi kılmaktadır ve eskiden beri de bu hep böyle olagelmiştir. Üç-Dörtyüz kişiden oluşan bu kalabalık pınarın başında toplanır. Bir süre dinlenilir, bu güzel sudan kana kana içilir, yıkanılır, sonra yol azıkları, kumanyalar yenir, kurt gibi acıkmış olan mideler doyurulur. Dinlenirken gene oturak havaları çalınır, milli oyunlar oynanır, oturanlar bu oyunları büyük bir zevkle seyrederler. Yirminci yüzyılın ilk çeyreği içinde Cancah pınarının başında geçen çok enteresan bir pehlivanlık hikayesi pancarcı şenliklerinden sonra anlatılacaktır. İyice dinlendikten sonra tekrar hareket edilir. Yarım saat kadar devam edecek olan düzlükler geçilir. Düzlüklerin alt tarafında ve aniden dikleşen yamaçların dibindeki Akgöl'ü ne yazık ki görmeden geçersiniz. Düzlükler geçildikten sonra başlanan arızalı yerlerin üst tarafında zirveye çok yakın ve pek kuytu bir dipte Yalnızçam Dağlarının belki de en büyük gölü olan "Karagöl" bütün güzelliği ve yalnızlığı ile yatmaktadır yatağında. Yoldan bir hayli uzakta kaldığı için maalesef onu da görmek mümkün olmaz. Karagöl 2900'lardaki yüksek rakımı, kendine özgü vahşi tabiatı içinde çevreye değil, göklere müteveccih konumu ve simsiyah görüntüsü ile mev'i şahsına münhasır, ürperticiliğinin hüznünü yaşamıştır daima. Biraz sonra son yokuşlar, "Karagöl Boğazı" yokuşları da tırmanılarak Yalnızçam sıradağlarının üçbin rakımlarına, Karagöl sırtları"na ulaşılır. İkindi vakitleridir. Yaklaşık altı-yedi saate varan yokuşlar bitmiş, herkes, derin bir nefes almıştır. Önünüzde geniş Bilbilan yaylaları serilmektedir. Artık bundan sonra yayla evlerimize 30-40 dakikalık az meyilli, zümrüt gibi yemyeşil düzlükler üzerinden yürüyerek inilecektir. Yalnızçam'ın bu yücelerinde bütün yorgunluklar unutulacak, Bilbilan için kurulan hayaller iyice öne çıkacaktır. Özlediğiniz anneniz, nineniz, Bilbilan, Bilbilan'daki yayla eviniz ve çok sevdiğiniz hayvanlarınız artık çok yakınımızdadır, onları adeta görüyor gibisinizdir.
Bu yüksek rakımlarda ilerilere, güney istikametine bakınca ta uzaklarda Allahuekber dağları istikametindeki sıradağları, gerilere dönüp baktığınızda Karçhal Dağlarına kadar uzanan geniş ufukları, hemen sol ilerinizde önünüze serilen Ardahan düzlüklerini ve silueti havaya yansıyan Göle Ovasını hayran hayran seyredersiniz. Bir anda dar ufuklardan sıyrılıp geniş ufuklara kavuşmuş olmanın ve Bilbilan'ınızm ayaklarınızın dibinde sergilenişinin yarattığı neş'e ve huzur size bütün yorgunluklarınızı unutturur. Bu ruh hali içinde siz adeta koşarak bu zirvedeki çiçekli düzlükleri aşar, belli belirsiz yemyeşil yol izlerini takip ederek, ziyaret taşının yanından yayla evinize inersiniz. Gün ikindilerdedir. Yayla evinizdeki anneniz veya nineniz sizi sabırsızlık içinde gözleri yolda beklemiştir. Bir anda herkes birbiri ile kucaklaşır ve bir türlü ayrılmazlar birbirlerinden. Herkesin yüzlerinde sevinç bukleleri açmakta, gözlerinden huzur selleri boşalmaktadır. Gözyaşı ve sevincin birbiri ile kaynaşmasına bun¬dan daha güzel bir örnek göstermek, pek mümkün olmasa gerek. Anne, kız, gelin, oğul, nine, torun birbirleri ile sarmaş-dolaş olur, özlem ve hasretlikler mutluluklar bir arada yaşanır. İçten gelen sevgiler dile getirilir, ayrılıkların birik-tirdiği konular konuşulur, köydekiler, köyün işleri hakkında bilgi alışverişinde bulunulur, selamlar, sevgiler iletilir. Dışarı çıkılır, etraf, ta...uzaklara kadar her yer en net biçimde görülebilmektedir. Herkes ele geçmez bu anın tadını çıkarmaktadır. Artık akşam olmakta, hayvanlar otlaktan dönmektedirler. Danacılar danayı getirmiştir. Onlar okşanır, kaşınır, sevilir, sonrada kaçamak olarak analarını emmesinler diye danalıklara kapatılırlar. Hayvanlar da gelmeye başlamıştır. Peyderpey yaklaşan inek, düve, tosunlar ilgi ve sevgilerle karşılanır. Teker teker hepsi sevilir, sırtları okşanır, kaşınırlar. Şaşortlar hemen sağım işlerine başlar, köyden gelenlerde yardımcı olmağa çalışırlar. Hep birlikte sağım ve süt işleri yürütülür ve her şey yoluna konur. Akşam olmuş yemek vakti gelmiştir. Şaşortlar bu iş için zaten hazırlıklıdırlar. Gevrekler pişirilmiş, yoğurtlar mayalanmış, kay-maklar hazırlanmıştır. Yayla yemekleri arasında kuymağın çok özel bir yeri vardır. Bunun hemen yemek öncesinde yapılması ve sıcağı sıcağına sofraya konması gerek. Yer sofraları kurulur. Protein ve vitamin bakımından zengin olan süt, yoğurt, kaymak, kuymak ve peynir gibi çok besleyici özelliklere sahip bu temel gıda maddeleri sevilerek, hatta çok özlenmiş olarak çok büyük bir iştahla yenir. Yemeklerin ardından gece sohbetleri başlar. Bir taraftan da gece eğlenceleri tertip olunmuştur. Gençler dışarıda, açık havada toplanır, ateşler yakılır. Davul-zurna çalmaktadır, bu sesi duyanlar yavaş yavaş meydanı doldurmağa başlamışlardır.
Milli oyunlar oynanır. Bu oyunlar yeni yetişmekte olan gençler için, gençlerin bu oyunları öğrenmeleri için önemli bir fırsat teşkil eder. Bu itibarla en utangaç gençlerin bile bu oyunlara katılmaları ısrarla teşvik olunur. Oyunlar daire, yarım daire, kolkola olmak üzere çok kişi ile oynanır. Ayrıca tek kişi, karşılıklı iki veya dört kişi ile oynanan oyunlar da vardır. Kadınlar erkeklerden ayrı olarak kendi aralarında kadınlara mahsus oyunları oynarlar. Elli sene öncelerine kadar kadınlar erkeklerin yanında oyun oynamazlardı. Bu, herhalde islamiyetin getirmiş olduğu bir yasaktı. Arzu ettikleri zaman davul-zurna kadınların emrine verilir, onlar kapalı mekanlarda kendi aralarında oynar, eğlenirlerdi. Kadın oyunları sert olmayan, çevik hareketleri gerektirmeyen sakin oyunlardı. Bu oyunlar erkek oyunlarında olduğu gibi tek kişilik, karşılıklı iki veya dört kişilik oyunlardan başka halka ve yanyana kolkola girerek oynanan oyunlar şeklinde olmakta idi. Davul-zurna bulunmadığı zaman kadınlar oyunlarını "Tefle ve iki grubun karşılıklı söyleyecekleri türkü nakaratları ile çekilen halay tarzında oynanırdı. Kadınlar oynarken erkeklerin kendilerini seyret¬melerine asla müsaade etmezlerdi. Buna rağmen gençler kadınlar oynarken onları gizli yerlerden seyretmek için her çareye baş vururlardı. Şimdileri bilemiyorum, belki de bu yasaklar ortadan kalkmış olabilir. Açık havada devam eden oyun ve eğlenceler gecenin geç saatlerine kadar devam ederdi.
Sabahleyin yaylanın bütün hayvanları çobanlar tarafından otarağa götürülürdü. Bilbilan'da sabah büyük bir özlemdir. Uzak ufuklardan gelen güneş ışınları sizi bu ilk sabahınızda gülerek selamlar "Hoşgeldiniz"lerle karşılardı. Yayla evlerinde ve yaylalıkta büyük bir canlılık göze çarpardı. Herkesin neş'e ve huzuru yüzünden okunurdu. Sabah kahvaltısından sonra kadınlar elbirliği ile işlere sarılırlardı ve bu işlerin en başında da hiç şüphesiz ki yayık yayma gelmekteydi. Yayık işi enerji sarfını gerektiren çok ağır bir iş olduğu ve uzun zaman aldığı için hanımlar erkenden bu işe başlarlardı. Zaten bu şenliklerin hedefi de "Yayık Yayma" değil miydi. Sık sık yorulmalar, kol ağrıları olur ve kadınlar değişe değişe bu işi sürdürürlerdi. Gerektiği zaman erkeklerin yardımlarına da başvurulur idi. Yayıklar yayılırken bir taraftan da peynir yapım işleri sürdürülürdü. Kuşluk olunca mal sabah sağımı için yaylaya döndürülürdü. Gene yardımlaşarak kuşluk sağım işlerine başlanırdı. Kuşlukta yaylaya dönen hayvanlar yaylanın önünde büyük bir keyifle yatmaktadır. Günün bu vakti hayvanların en keyifli oldukları ve sevilmeğe en müsait bulundukları bir devredir. Başta çocuklar olmak üzere herkes hayvanlarını sever, uzun uzun meşgul olur, okşar ve adeta onlarla hasbihale girilirdi. Sağım işleri tamamlandığı ve vakit de bir hayli iler- lidiği için hayvanlar çobanlar tarafından tekrar daha uzak mesafelerdeki otlak alanlarına götürülürdü. Yayık yayma, süt ve diğer işlere devam ederken şenlikler için gene dışarıda toplanılmıştır. Davul-zurna çalmakta, herkesi şenliğe davet etmektedir. Milli oyunların ardından umumi arzu üzerine bir de gençler arasında güreşler tertip olunurdu. Önce eski güreşçiler arasından bir hakem heyeti kurulurdu. Güreşler önce mahalleler ve iki köy arasında ağırlık ölçülerine göre yapılır ve işe önce en küçük çocuklardan başlanırdı. Güreşler boyunca davul-zurna "Güreş Havası" çalar. Güreş havası güreşi teşvik ve tahrik edici bir üsluptadır. Bu beste de çok eskilerden, ata ve dedelerimizden kalan bir mirastır. Tıpkı yol havası gibi. Güreş Havası'nın da kim tarafından, ne zaman bestelenmiş olduğu bilinmemektedir, ama asırlardan beri hep çalına gelmiştir. Gerek oyunlar, gerekse güreşler kadın, erkek herkes tarafından bir kenarda topluca oturularak ilgi ile, merakla seyredilirdi. Bu güreşleri eşler, oğullar, kardeşler, anneler, babalar ve diğer akrabalar çok daha yakından izler, çok daha büyük heyecanlar yaşanırdı. Bilbilan'da kalınan iki-üç gün boyunca gece ve gündüz eğlencelere hep bu minval üzere devam olunurdu.
Kaynak: Osman ÜNSAL : Artvin Çevresinde Yaylacılık ve Pancarcı Şenlikleri Kitabı. (
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve / veya temsilcilerine aittir. Kopyalanması ve izinsiz yayınlanması yasaktır.
Etiket : Davul, Zurna, Yöresel, Şenlikler,