TELEFONLARIMIZ YOKTU AMA,.....
Teknolojiden söz ederken sadece, ilçede sayısı belkide on, onbeşi geçmiyen pilli radyolardan söz edebilirdik.
Bir de Postahanelerde, yandaki kolu çevrilerek çalışan, memurların çeşitli fişleri biryerlere takarak konuşmayı sağladıkları telefonlardan, telgrafların yazdırıldığı, bugün artık neredeyse hiçbirimizin hatırlamadığı Manipleden bahsedebilirdik
Teknolojinin ulaşabildiği son nokta buydu.
Adınlatma, gaz lambalarıyla ve ilçedeki çok az evde bulunan lüx lambalarıyla çözülüyordu.
Köylerimizdeki çoğu evde, yanan ocağın ışığı yeterli sayılabiliyordu.
Birde Gemici Feneri, en gelişmiş aydınlatma araçlarından biriydi.
Tüm bu koşullara karşın, böyle bir yaşamdan şikayeti olan, mutsuz olan ve sızlanan çok kişi olduğunu da sanmıyorum.
Biz çocuklara gelince, bu koşulları lehimize çevirecek herşeyi yapma becerisini gösterebiliyorduk.
Mesela bulduğumuz karton kutulara, tekerlekler yapıp arabaya dönüştürmeyi becerebiliyorduk.
Bir çatal ağacın uç tarafına dümen ve iki tekerlek, arkaya çaktığımız ağaç parçasına da iki tekerlek takıp araba yapabiliyorduk. Nerde bir rampa bulsak, orası bize hiç görmediğimiz, bilmediğimiz asfalttan daha güzel geliyordu.
Hep birlikte oynadığımız, şimdilerde çoğu unutulmuş, kozi, birdirbir, istop gibi oyunlarla vakit geçirebiliyorduk.
Patatesten yaptığımız farklı renklerde ve figürlerde patates baskılarımızla defterlerimizi süslüyorduk.
Rengarenk elişi kağıtlarından, artık kimsenin hatırlamadığı krepon kağıtlarından harikalar yaratıyorduk.
Şimdi nasıl yaptığımızı hatırlamıyorum ama mesela, yapıştırıcı olarak kola yapıyorduk.
Çemberlerimizin peşinde saatlerce koşabiliyorduk.
Belki buz pateni sahalarımız yoktu ama, kızak kayabildiğimiz kocaman dünyamız vardı.
Şanslıysak, arıza yapan kamyonlardan çıkan ve zorlukla bulabildiğimiz bilyelerle misket oynuyorduk.
Patlangoç yapıyor, zevkle patlatıyorduk.
Mesela, çam sakızı topluyorduk Köknarlardan.
Kızlar çaputtan bez bebekler yapıp,ayaklarında sallıyarak uyutabiliyordu mesela.
Beş tane taşı biraraya getirdilermi, beştaş oynıyabiliyorlardı.
Meşe palamutlarından, öküzler, inekler, mandalar, danalar yapıp çiftlikler kuruyorduk yaylalarda. Haa, en büyük palamuttan da, Boğa yapıyorduk, çiftliğin başına.
Hiç ama hiç sıkılmıyorduk.
Cansıkıntısı denen şeyi çok sonraları büyüyünce öğrenecektik.
Kısacası;
Mutluyduk. Ama çok mutluyduk.
Öğreniyorduk. El becerileri kazanıyorduk.
Belki de en önemlisi, doğanın içinde doğayla başbaşa, ve özgürce büyüyorduk.
Az şey mi?..
Noyan Ünsal-Devrek 20.10.2018
Etiket : TELEFONLARIMIZ, YOKTU,