SÜT MAKİNESİ...
Yaylada hayat, olanca dinginliği ve sessizliğiyle sürüyor. Nazlı nazlı salınan çiçekleriyle çayırlar, bitiminde başlıyan orman, tepelere kadar sürüp gidiyor. Hafif bir rüzgar ormanın kokusunu burnunuza kadar getiriyor.
Sessizliği, kuşluk için gelen malların sesleri bozuyor. Anneleri, danalara geldiklerini müjdelemek için sesleniyor.
Biraz sonra sağılma işleri sonuçlanıyor.
Sütler, sütlükteki teknelere aktarılıyor. Geniş teknelerin ve bazen de küleklerin yüzünde biriken kaymaklar özenle alınıyor ve kaymakların toplandığı bir başka külekteki kaymakların üstüne ekleniyor.
Toplanan kaymaklar, bir yayığı dolduracak miktara ulaştığı için bugün yayık yayılacak.
Yani, onca emekten sonra, ürüne ulaşma günü.
Bir yayla mevsiminde birkaç kez yinelenecek yayık yayma işi gerçekleşiyor.
Bir süt fabrikasında ne yapılıyorsa aynısı yapılıyor.
Sütten tereyağı yapılıyor. Bu sırada yayla küçük bir süt fabrikasına dönüşüyor.
Yayık, iki ucundan yukarıdaki yerlerinden asılıyor.
Toplanan kaymak, yayığın ağzından yayığa dolduruluyor. Conta görevi yapacak tülbent yerleştiriliyor ve kapak kapatılıyor.
Yayığın başına geçen iki kişi, yayığın içindekileri, her iki tarafa da çarptıracak şekilde hızla çekiyor ve itiyor. Bu yorucu işlem kaymak yağ haline dönüşünceye kadar sürüyor.
Boyumuz kısa kalsa da, biz de yapmak istiyoruz. Yarım yamalak birkaç itip kakışdan sonra yoruluyoruz. Beceremediğimizi de farkediyoruz ama kondurmuyoruz. Ve bırakıyoruz.
Tüm bu işleri en başından beri ninem yürütüyor.
Yani becerikli şaşortlar bu işleri, bir fabrikanın üretim müdürü edasıyla ve başarıyla sonuçlandırıyor.
Derken, bir yayla mevsimi dayımlar yaylaya tuhaf bir makine getiriyor ve kuruyor. Merakla etrafında dolanıp duruyoruz. Anlamaya çalışıyoruz.
Süt makinesiymiş. Kaymağı sütten ayıracakmış.
Akıl erdiremesek de kabulleniyoruz.
Ertesi günden itibaren sütler teknelerde biriktirilmiyor ve bu makinenin deposuna dökülüyor.
Yandaki kolunu çeviriyoruz. Bir oluğundan kaymak, öbür oluğundan yağından ayrılmış süt akıyor.
Kol, her bir turu tamamladığında ''çınnn'' diye bir ses duyuluyor.
Bunca doğallığın ortasındaki bu çın sesleri, uzayın derinliklerinden süzülerek geliyor gibiydi. Ve bir türlü oturamıyordu yaşadığı yere. Oradaki hiçbir şeyle bağdaşamıyordu.
Bir de iş açmıştı başımıza.
Birinciden itibaren sayacaktık. Hiç şaşırmadan, karıştırmadan ve atlamadan.
Yanımızdakilerle konuşamaz olmuştuk.
Kaç kere ise ondan daha çok, ya da daha az saymıyacaktık.
Yetmiyormuş gibi, bir de söylenenden daha hızlı, ya da daha yavaş çevirmiyecektik.
Böyle yapmazsak, sonunda kötü bir şey olacağını sanıyorduk.
O zamana kadar, teknolojiye ilişkimiz, lüx lambası, gaz ocağı, gramafon ve pilli radyonun ötesine geçemediği için, her yeni şeyden korkar olmuştuk.
Bilinmiyenden korkma duygusu hayatımızda çok etkiliydi. Şimdi gene öyle ya.
O yıllardan sonra bilime, teknolojiye ilişkin ne varsa sökün etti ve son hızla da gelmeye devam ediyor.
Noyan Ünsal
30.07.2019
Etiket : MAKİNESİ ,