SARI TÜTİYE...
Zamanın başladığı ve biteceği bir an varsa eğer, kaç bahar sığar arasına?..
Bilinmez ki....
Yıllar önce görev yaptığım ilçeden, izinli geldiğim İstanbulda, bir akşam sohbet sırasında ev halkına '' eskiden beri zaman zaman kafamda dönüp dolaşan bir fotoğraf ''ı anlatmıştım.
Pürüzsüz, büyüklü küçüklü, gri taş döşeli, büyükçe bir oda. Dış kapıdan girince solda, yukarı doğru çıkan bir taş merdiven, ama yukarısı görünmüyor fotoğrafta. Merdivenin yanında bir ocak.
Yüksekçe bir eşikli kapıdan dışarı çıkınca, çiçekler içinde bir bahçe ve bir su arkı. Bu alanlarda emekliyerek dolaşan bir çocuk.
Başı ve sonu olmıyan bu fotoğraf, ya da klip, bukadardı.
Böyle bir yer var mıydı hayatımızda, yoksa ben mi uyduruyordum?
Annem ve babam hayretle bana bakıyordu.
Babam buranın, ilk görev yeri olan ve benim de doğduğum, Yusufeli, Ersis'de oturduğumuz evin girişi olduğunu söyledi.
Biz, 1945 yılında, babam Ardanuç'un ilk ilçe merkezi olan Tütünlüye tayin olunca, oradan ayrılmıştık.
Yani ben iki yaşımın içindeyken Ardanuç'a dönmüştük.
Bahçe, çimenler ve çiçeklerle dolu olduğuna göre, bu benim hatırladığım ilk ilkbahar olmalıydı.
Bu seferki yetmişbeşinci.
Ardanuçdan ayrılıp, Ankarada, yani, kentte yaşamaya başlayınca, bir de, öğrencilikten sonra hayat ümüğümüze çökünce, ilkbaharların eski tadı kalmadı.
Tamam, havalar ısınıyordu, çevrede ağaçlar varsa onlar çiçek açıyordu, parklarda çimenler canlanıyor, ağaçlar yapraklanıyordu vs. Ama ilkbahar bunlardan ibaret değildi ki.
Bir de biz, kent yaşamının gereği olarak, farklı bir yaşamı sürdürüyorduk artık.
En güzel, anlamlı , dolu dolu ilkbaharlarımı, Ardanuçta iken Adakalede, Meydanlarda, köyde, yaylalarda yaşadım.
O ilkbaharlar, sadece dünyalar güzeli doğa güzelliklerinden ibaret değildi kuşkusuz.
Bir yaşam biçimi, anlayışı, yaşam tadı, yaşam coşkusuydu.
İçimiz kabarırdı doğayla toprakla birlikte.
Çiçekli bahçelerimiz, kuş sesleriyle dolardı. Çiçek açmış erik ağaçlarının arasındaki sarı çiçekli kışkırtıcı kızılcık ağacı, tek olmanın şımarıklığıyla kurum kurum kurulurdu.
Bir de, beyaz küçük çiçekli Kirkatlar.
Fundalıkların kenarlarında, çevresinde, tüm güzelliklerini sergiliyen mor menekşesiz olmazdı bahar.
Kendine özgü güzel kokusuyla, o gün bu gündür başka yerde görmediğim, en güzel sarılarını giymiş Tütiye, kokusuna, özlemi de ekliyerek, anılarımda yaşamını sürdürüyor.
Mavi, sarı, beyaz, kırmızı, pembe, mor çiçekli çayırlar ve o çiçeklerin kelebekleri, biliyorum ki hayatlarına devam ediyor. Şimdilik.
Coşmuş Ekşinar deresi, Bulanık deresi, kavuşacakları yere bir an önce ulaşmak için çılgınca akıyor. Bir yandan da pusuda, okulun bahçesinden kaçıracağımız topları kolluyor. Alıp Batuma götürecek aklınca.
Ya dağlar, kardelenler, bizleri bekliyen yaylalar, pınarlar?
Altmış yıl öncesinde kalan ve bir kez daha tekrar etmiyecek, başka bir hayattı bu.
O kadar uzakta ki şimdi.
Bilmem kaç saatlik yol. ''Git gör '' mü sadece?
İçinde yer almadıktan, bütünleşip yaşamadıktan sonra.
Ve bir de, dinmiyen bir korku, '' ya hiçbir şey, eskisi gibi değilse ''.
Noyan Ünsal