GÖÇ HİKAYELERİ..4
Kaçakaçlık, Seferberlik, Muhacirlik
Nitekim, bu göç sırasında benim annem de bana hamile imiş. Bu muhacerette Annem, Babam, ve Hasan dayımlar bir kafile halinde imişler.
Kafile Orcuk'a varınca annem orada hastalanıyor ve sancıları tutuyor.
Orcuk köyünde, kutru birbuçuk metre civarında olan büyük ve çok muhteşem bi çınar ağacı varmış. Artvin vilayeti dahilinde bu çınardan daha büyük başka bir çınar ağacı daha yokmuş.
Bu ağacın yanında büyük ve iki katlı büyük ve güzel bir ev vardı. Bu ev , o köyün eşrafından olup çok sonraki yıllarda 1950 yılında Artvin Belediye Başkanlığı yapan ve bilahare de Bursaya yerleşen Osman beylere aitmiş.
Evin bitişiğinde bu evin müştemilatı( tamamlayıcısı) mahiyetinde küçük bir ev daha varmış. Babam ve dayımlar, birkaç günlüğüne o zamanlar boş olan bu küçük evde konaklamışlar.
1914 yılının Aralık ayı, Osmanlı zamanında kullanılan Rumi tarihe göre Kanunievvel/1330 de ben bu eski evde doğmuşum.
Hastalığında anneme ailenin en büyüğü ve pek bilgiç olan Halası Suna nine ile Hasan dayımın karısı Raife yenge bakıyor ve yardımcı oluyorlar.
O günki şartlarda hangi imkanlarla ve ne kadar ihtimam gösterebilirse o kadarını göstererek anneme iyi bakmaya gayret gösteriyorlar. Sıra bana ad koymaya gelince Suna nine '' Bu çocuğun adını ben Osman olarak koyuyorum. İnşallah o da Osmanlı devleti gibi büyük bir adam olur.'' diyor ve adım Osman olarak kalıyor.
Babam, annemin hastalığı ve benim de yeni doğmuş oluşum nedeniyle bu yolculuğa dayanamıyacağımız mülahazasıyla herşey göze alınarak göçten vazgeçiliyor ve orada kalıyorlar.
Dayımlar yollarına devam ederek Anadolu içlerine doğru yürüyüşlerini devam ettiriyorlar.
Göç esnasında en büyük problem şüphesiz açlıktı. Sırtta taşınan herşey kısa sürede bitiyor, içinden geçilen köylerde hiçbir şey bulmak mümkün olmuyordu. Çünkü aslında Çoruh vadisinde tarla ziraati yapılamadığı için normal şartlarda bile yiyecek sıkıntısı çekilmekteydi.
Bir büyük mesele de temizlik meselesidir. Çünkü temizlik hiç yapılamamakta, kış mevsimi bu işi daha da zorlaştırmaktadır.
Bütün bu şartlar, çeşitli bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olmuş, başta tifo, tifüs olmak üzere bir çok hastalık sebebiyle yollar boyunca pek çok kurban verilmiş, nice sevdalı ve sevgililer mezarsız ve mezartaşsız defnedilmiştir.
Aileler en kıymetli insanlarını kaybediyor, çocuklar anasız babasız, kadınlar kocasız kalıyor, herkes ölülerini yol kenarlarına kazma kürek dahi bulamadan binbir zorlukla kazdıkları mezarlara gömerek geri kalanlarla yollarına ediyorlar.
Sağ kalanlar, hayatlarının artık kendileri için bir mana ifade etmediğinin, gelecekleri hakkında en ufak bir umuda dahi sahip bulunmadıklarının psikolojisi içindeydiler.
Ben 1938, 1942-44 yıllarında, Yusufelinde eski kaza merkezi olan Öğdemden Ersise gidip gelirken Öğdemin karşısında Şadut(Çıralar) mezrasında yol kenarlarında çam ormanında içlerinden 30-40 Cm. kuturlu çam ağaçlarının çıktığı mezarlar gördüm.
Şadut (Çıralar) köylüleri sahipsiz ve kime ait oldukları bilinmiyen bu mezarlara '' Ardanuç Mezarlığı'' diyorlardı.
Bu mezarlıktan ve daha nicelerinden bahseden, o günleri yaşamış, ızdırap çekmiş pek çok yaşlı insanın, hatta en yakın akrabalarımın bu konuda anlattıkları pek çok hazin hikaye dinlemiştim. Rahmetli kayınvalidem ile eşim Aliye'nin halası Fadime bibi bunların başında gelmekteydi.
Osman Ünsal
Sürecek....
Etiket : HİKAYELERİ 4, Kaçakaçlık, Seferberlik, Muhacirlik,