BUĞDAY'IN SERÜVENİ SÜRÜYOR. VE DEĞİRMEN...
Buğdayın bir yıla yakın süren serüveninin, sondan bir önceki durağına gelinmiştir artık.
Yıkanacak, kurutulacak yeniden çuvallara doldurulup, değirmene götürülecek.
Su değirmeninde öğütülecek. İçinden hiçbirşey almadan, içine hiçbirşey eklemeden.
Doğa nasıl uygun görüp oluşturduysa öyle.
Bugün, arayıp bulamadığımız, organik tam buğday ununa dönüşecek.
İyi ki, orda doğmuşum. İyi ki, herşey doğru yapılırken orada yaşamışım. İyi ki, köyü çok sevmişim. Ve iyi ki fırsat buldukça o hayatın bir parçasıymışçasına yaşamışım.
Bütün bunların bana kattıklarının, daha sonrakilerden daha az değerli olmadığını biliyorum.
Hatırlıyabildiğim kadarıyla köyde iki su değirmeni vardı. Biri Kaleardına çıkarken, Refik Ustalara varmadan hemen sağa sapınca, küçücük derenin üstünde kuruluydu.
Öbürü, daha aşağıda, Kulaksızgil Mahallesinde, aynı derenin üstündeydi. Bu değirmen bize daha yakındı. Tercih sebebinin ne olduğunu şimdi hatırlamıyorum ama, bazen birine bazen de öbürüne gidilirdi.
Öğütme işi çoğunlukla Adakalede değil de, köyde olduğum zamanlara denk geliyor.
Bensiz birşey yapılamıyacağı için, dayılarımın peşine takılıp değirmen macerasının bir parçası olmaktan geri durmuyorum.
Kızağa konulan iki, üç çuval buğdayla değirmenin yolu tutuluyor.
Yük hafif olduğu için bazen kızağın kenarına ilişiveriyorum. Öyle yorulduğumdan değil. Kısa sürecek yolculuğun keyifli oluşundan belki de.
Bazen, gramafondan öğrendiğim şarkılardan birini, plaktakine benzetmeye çalışarak mırıldanıyorum.
Sürütmenin, büyükçe bir taşa sürtünmesinden çıkan ''gırççç'' sesi şarkımı bozsa da, aldırmıyorum. Bu arada, sürütmeyle taşın sürtünmesinden çıkan hafif odun yanığı kokusuna bayılıyorum.
Değirmene ulaşıyoruz.
Bentten gelen su, büyük bir hızla dökülüyor ve iyice daraltılmış bir uçtan, hızla çarka çarpıyor. Oluşan büyük güç, çarkı ve ona bağlı olan değirmenin taşını çeviriyor.
Çarkta köpürerek parçalanan su, değirmenin altında bir su bulutuna neden oluyor ve müthiş bir serinlik oluşturuyor.
Birbirine sürtünen taşların ve onların arasında ezilip parçalanan buğday tanelerinin kokusu, hala koku duyumdaki yerini muhafaza ediyor.
Taşın üstünde, buğday tanelerinin dökülmesini sağlıyan ahşap parçanın taşa sürterek, bazen de zıplıyarak çıkardığı biteviye ritmik ses, hala kulaklarımda capcanlı duruyor.
Buğday bitince, teknede toplanan un, bir put gelen ölçü kabı ile çuvallara dolduruluyor. Değirmenci, böylece ölçülmüş olan undan hakkını alıyor.
Zaten iyice koyulaşmış sohbet sona erdiği için çuvallar kızağa konuyor. Öküzler koşuluyor ve eve dönüş başlıyor.
Gene kızağın kenarına oturuyorum, gene sürütme taşa sürtüyor, gene yanmış odun kokusunu kokluyorum, gene gramafondan öğrendiğim bir şarkıyı söylüyorum.
Ben bilemedim yaylanızın yolunu
Saçım uzun bağlasınlar kolunu
Eğer annen seni bana vermezse
Yemin ettim keseceğim yolunu
Bu, yıllar önce yaşanmış bir öyküden kalan bazı anı kırıntıları.
Ama sadece o kadar mı?
Değil elbette.
Bir zamanlar memleketimizde süren yaşam biçiminden bir kesit.
On binlerce insanın içinde rol aldığı yaşamın, bizzat kendisinden bir parça.
Noyan Ünsal
04.07.2019
Etiket : BUĞDAYIN, SERÜVENİ, SÜRÜYOR , DEĞİRMEN,